Pages in topic:   < [1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21] >
Off topic: İlginç yazılar
Thread poster: Adnan Özdemir
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 19:59
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
"Türkiye’de Su Kıtlığı Kapıda: Peki Dünya’da Su Gerçekten Biter mi?" Jan 23, 2023

--Alıntı--

Yazı: Busra Meral
28/09/2020 Güncelleme 17/01/2023

“Su kullanımı konusunda bilinçlenmediğimiz takdirde, 2040 yılına kadar şiddetli su kıtlığı tüm gezegeni etkileyecek.” Bu ürkütücü cümleyi bir çok yerde duymaya başladık. Hiç su tüketmeden biz insanların en fazla bir hafta dayanabileceğini düşünürsek su hayatta kalmamız için temel ihtiyaç. Bu durumda da akıllara gelen soru “Dünya’da su tükeniyor mu?”
... See more
--Alıntı--

Yazı: Busra Meral
28/09/2020 Güncelleme 17/01/2023

“Su kullanımı konusunda bilinçlenmediğimiz takdirde, 2040 yılına kadar şiddetli su kıtlığı tüm gezegeni etkileyecek.” Bu ürkütücü cümleyi bir çok yerde duymaya başladık. Hiç su tüketmeden biz insanların en fazla bir hafta dayanabileceğini düşünürsek su hayatta kalmamız için temel ihtiyaç. Bu durumda da akıllara gelen soru “Dünya’da su tükeniyor mu?” biçiminde olacaktır. Aslında öznesine bağlı olarak bu soruya iki farklı cevap verilir. Hem evet hem de hayır.

Gezegenimize mavi gezegen de denir. Bu biçimde isimlendirilmesinin nedeni %71’inin sularla kaplı olmasıdır. Tüm suların %96,5’i de denizlerde ve okyanuslarda bulunur. Sorun da zaten bu noktada başlar. Çünkü bu suların büyük çoğunluğu tuzludur.

Canlıların kullanabildiği ve tatlı su olarak adlandırılan sular ise buzullarda, yer altı kaynaklarında, nehir, göl, toprak ve bulutlarda bulunur. Ancak bu tatlı suyun çoğu donuk hâldedir. Geriye de kullanabilmemiz için sınırlı bir kaynak kalır. Başka bir sorun da bu noktada başlar. Çünkü bu sınırlı kaynak Dünya’nın her yerine eşit bir şekilde yayılmamıştır. İklim ve coğrafi konum bazı bölgelere avantaj sağlarken bazı bölgeler ise bu konuda aynı şekilde şanslı değildir.

Dünya Su Kıtlığı Ve Su Stresi İle Yüzleşiyor

Aşağıda su kıtlığı haritasını görüyorsunuz. Haritada kırmızı olarak işaretlenen yerlerde su kıtlığı olması beklenmektedir. Türkiye’nin de dahil olduğu koyu sarı ise bu duruma yaklaşan bölgelerdir. Su kıtlığı riski listesinin ilk beş sırasında Katar, İsrail, Lübnan, İran ve Ürdün var.

Türkiye ve Dünyada Su Kıtlığı

Araştırmacılar, aralarında Hindistan, Pakistan, Türkmenistan ve Suudi Arabistan’ın da bulunduğu 27 ülkenin “yüksek seviyede su kıtlığı tehlikesi” ile karşı karşıya bulunduğuna vurgu yapıyor. Türkiye ise “su kıtlığı riski listesinde” 164 ülke arasında 32. sırada yer alıyor.

Şimdi size bir harita daha paylaşalım. Bu harita ise su stresi haritası olarak kabul ediliyor. Su stresi “belirli bir zaman diliminde suya talebin su arzını aştığı” vakit ortaya çıkıyor. Türkiye ise kişi başına kullanılabilir su miktarı göz önünde bulundurulduğunda, su stresi çeken bir ülke olarak kabul ediliyor. Görünüme göre, 2040 yılına kadar ülkemiz de dahil 44 ülke ya “aşırı derecede yüksek” ya da “yüksek” su stresi seviyeleriyle karşı karşıya kalacak.

Türkiye ve Dünyada Su Kıtlığı

Bu grafik, 2040 yılında küresel olarak öngörülen su stresi oranını göstermektedir.
Ancak hatırlatalım. Su kıtlığının sebebi sadece yağışların az olması değildir. Aslında bu durum karmaşık sosyal, ekonomik ve çevresel faktörlerle ilişkilidir.

Dünyanın Suyu Aslında Bitmez

İçtiğiniz bir bardak su, daha önce bir dinozorun midesinden geçmiş olabilir. Bu bilgi size çok şaşırtıcı gelecektir. Ancak bu, gerçek dünyada her gün içtiğimiz suyun inanılmaz yolculuğudur. Biz bu yolculuğa bilimsel adıyla su döngüsü ya da hidrolojik döngü diyoruz. Dünya ilk oluştuğu zamandan beri var olan sular, günümüze kadar gelebilmiştir.

O nedenle sularımız sonsuza kadar bize yeter. Yani Dünya’nın suyu bitmez. Su döngüsü yeryüzünde pek çok nedenlerle kirlettiğimiz suyu, saf su olacak şekilde temizler. Sonucunda biz de onu her seferinde dikkatsizce ve acımasızca kirleterek yeniden döngüye sokarız. Yani sorunumuz suyun tükenmesi değil temiz suyun ulaşılabilirliğinin gün geçtikçe azalması ve zorlaşmasıdır.

Su döngüsü

Su döngüsü, suyun yeryüzündeki kaynaklardan buharlaşarak yükselmesi ile başlayan ve tekrar yeryüzüne yağış olarak dönmesi ile son bulan bir süreçtir. Bu süreçte su buharı atmosferde bir araya gelerek bulutları oluşturur. Bulutlar,
çeşitli hava akımlarıyla yer değiştirerek veya yükselmeye devam ederek daha soğuk hava tabakası ile karşılaşır. Bu durumda su yoğunlaşarak yeryüzüne kar, yağmur ve dolu gibi çeşitli yağış biçimlerinde geri döner. Görsel kaynak: https://tr.wikipedia.org

Suyun Temizlenmesinde Ağaçların Çok Önemli Bir Yeri Var

Ağaçlar kökleriyle topraktan aldıkları suyu kılcal boruları yardımıyla yapraklarına kadar taşırlar. Burada kendi metabolik faaliyetlerinde kullandıktan sonra terleme yoluyla tekrar atmosfere bırakırlar. Suyun toprak altından yüzeye çıkarılması önemli bir süreçtir. Çünkü canlıların kullanabileceği tatlı suyun önemli bir kısmı yer altı kaynaklarında bulunur. Ağaçların yok edilmesi suyun temizlenmesini yavaşlatır. Elbette suların doğrudan kirletilmesi de bu döngünün kesintiye uğramasındaki en önemli etkenlerdendir.

Özellikle bazı kirleticilerin etkisi oldukça fazladır. Bu kirleticilerin başında da yağ ve türevleri gelir. Çünkü yağın yoğunluğu sudan az olduğundan her zaman suyun üstünde kalır. Bu nedenle yağ bulaşmış sularda su buharlaşamaz ve döngüye katılamaz.

Elbette bu duruma evlerimizin lavabolarına döktüğümüz evsel yağ atıkları katkı sağlar. Ancak daha çok katkı sanayi ve ulaşım yoluyla gerçekleşir. ( Detaylar için: Kızartma Yağı Nereye Dökülür? Cevap Lavabo Değil!)


İç Anadolu’dan bir kare: İç Anadolu’nun geçmişteki biyolojik yapısıyla ilgili bilgiler, Evliya Çelebi’nin (1611-1681) notlarında yer alır. Kendisi bizlere bölgede iri gövdeli ağaçların oluşturduğu ormanların bulunduğunu ve hatta 1402’deki Ankara Savaşı’nda Timur’un fillerini bu ormanlarda sakladığını anlatır.

Dünya’nın Suyu Nereye Gidiyor?

Dünya’nın su kaynakları üzerindeki büyük baskının nedenleri arasında, artan küresel nüfus ve ekonomik gelişmeler nedeniyle artan enerji talebi yer alıyor. Ayrıca elektrik üretimi, dünyadaki en büyük su tüketimi kaynaklarından biridir. Tarım ve çiftçilik de önemli ölçüde su tüketimine katkıda bulunur.

Örneğin, sadece 1 kilo çikolata üretmek için 17,196 litre su harcanır. Bir kg pamuk için yaklaşık 10.000 litre su gerekir. Yani tüm dünyada satın aldığımız gıda ve ürünleri üretmek için kullanılan sudur. Aşağıda ayrıntılı bir liste görebilirsiniz.

GIDA MADDESİ MİKTAR SU TÜKETİMİ, LİTRE
Çikolata 1 kg 17,196
Biftek 1 kg 15,415
Koyun eti 1 kg 10,412
Domuz eti 1 kg 5,988
Tereyağı 1 kg 5,553
Tavuk eti 1 kg 4,325
Peynir 1 kg 3,178
Zeytin 1 kg 3,025
Pirinç 1 kg 2,497
Pamuk 250g 2,495
Makarna (kuru) 1 kg 1,849
Ekmek 1 kg 1,608
Pizza 1 ünite 1,239
Elma 1 kg 822
Muz 1 kg 790
Patates 1 kg 287
Süt 1 x 250ml cam 255
Lahana 1 kg 237
Domates 1 kg 214
Yumurta 1 196
Kaynak:www.theguardian.com

Su kaynakları üzerindeki anlaşmazlıklar şimdiden bir çatışma kaynağı haline gelmeye başladı. Ortadoğu’da gelecekteki savaşların petrolden çok su yüzünden çıkması muhtemel. Gördüğünüz gibi Türkiye’de su kıtlığı sorunu ile yüzleşme sınırında. Sonucunda bu durumda suyu korumak, tasarruflu kullanmak, kirletmemek, boşa harcamamak, önemini bilmek ve herkesi bu konuda bilinçli olmaya davet etmek artık her zamankinden daha önemli.
-----------------------------------------
Bu Yazılarımıza da Bakmanızı Öneririz

Peigneur: Bir Hesap Hatası Sonucunda Bir Delikten Akıp Giden Göl
21/08/2022
Y Kromozomu Kayboluyor, Peki Bu Ne Anlama Geliyor?
03/09/2020
Küresel Isınma Bir Tahmin Değil Gerçeğin Kendisidir!
14/04/2017

1912 Tarihli Bu Makale Dünyayı İklim Değişikliği Konusunda Uyarmıştı
01/11/2022
536 Yılı Neden İnsanlık Tarihinin En Kötü Yılı Olarak Kabul Ediliyor?
Scarcity (Kıtlık) Etkisi: Az Bulunan Neden Daha Değerlidir?
Büyük Açlık Yani İrlanda Patates Kıtlığı Neden Çıktı ve Önlenemedi?

Kaynaklar ve İleri Okumalar:

Are we running out of clean water?; Bağlantı: https://www.ted.com/
There will be no water by 2040; Bağlantı: https://www.theworldcounts.com/
Earth Observatory Water Cycle Overview; Bağlantı: https://gpm.nasa.gov/
Where Water Stress Will Be Highest by 2040. yayınlanma tarihi: 22 Mart 2022; Bağlantı: https://www.statista.com

Yeri: https://www.matematiksel.org/dunyada-temiz-su-kaynaklari-tukeniyor-mu/

▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


Neden Yaşlanıyoruz? Yaşlanmayı Durdurmak ve Hatta Zamanı Geriye Sarmak Mümkün mü?

Yazı: Sibel Çağlar
02/09/2020Güncelleme 23/01/20235 dakikada okuyun

Doğum, yaşam ve ölüm. İnsan var oluşunun doğal döngüsü bu. Ne kadar uzun yaşarsak yaşayalım, yaşlanma süreci kaçınılmazdır. Bir kez kırk beşi geçtiğinizde, fiziksel sağlığınız söz konusu olduğunda, işler yokuş aşağı gitmeye başlar. Peki ama neden yaşlanıyoruz? Daha da önemlisi bu süreci yavaşlatmak ve hatta geri çevirmek mümkün mü?

Bu sorulara şipşak verilecek bir yanıt yok. Onlarca yıldır bilim insanları bu konuyu inceliyorlar. Şu anda neden yaşlandığımıza dair 300’den fazla teori var ve uzmanlar her gün daha fazlasını öğreniyor. Aslına bakarsanız yaşlanmadan bahsedildiği zaman akla iki tip yaşlanma gelmelidir. Bunlar içsel ve dışsal yaşlanmadır.

Aslında İki Tip Yaşlanma Vardır
Neden Yaşlanıyoruz?
Yaşlanmanın biyolojisi, esasen, vücudun kendini tamir etme yeteneğinin kaybı ile ilgilidir. Bu da talihsiz bir evrim sonucudur.
İçsel yaşlanma, doğal olarak meydana gelen genetik olarak önceden belirli bir süreçtir. Dışsal yaşlanma, yaşadığınız yer, stres düzeyleriniz ve yaşam tarzı alışkanlıklarınız (sigara içmek gibi) gibi sizin tarafınızdan seçilen dış faktörlerin bir sonucudur.

Hücresel yaşlanma içsel faktörlere bağlıdır. Hücrelerin biyolojik yaşlanması ile ilgilidir. Hücreler vücudun temel yapı taşlarıdır. Hücreleriniz bölünmeye, çoğalmaya ve temel biyolojik işlevleri yerine getirmeye programlanmıştır. Ama ne kadar çok hücre bölünürse, o kadar yaşlanırlar.

Buna karşılık, hücreler sonunda düzgün çalışma yeteneklerini kaybederler. Hücreler yaşlandıkça hücresel hasar da artar. Bu, hücreyi daha az sağlıklı hale getirerek biyolojik süreçlerin başarısız olmasına neden olur. Hücresel hasar da zamanla birikir.

Telomerler, her bir DNA zincirinin ucundaki koruyucu kapaklardır. Bazı bilim insanları bunları, ayakkabı bağlarının yıpranmasını önleyen plastik uçlara benzetir. Araştırmalar, hücreler her bölündüğünde, kromozomun uçlarının kısaldığını göstermektedir. Telomerler kaybolduğunda, kromozomlar kararsız hale gelir. Bunun sonucunda da ortaya problemler çıkmaya başlar. Bunlardan en önemlisi, kromozomların doğru şekilde kopyalanamamasıdır
Neden Yaşlanıyoruz? Yaşlanma Süreçleri Nelerdir?
Yaşlanmanın tek bir nedenden ziyade birden çok süreçten kaynaklandığı genel olarak kabul edilmektedir. Ayrıca, bu süreçlerin birbiriyle etkileşime girmesi ve örtüşmesi de muhtemeldir. İşte en öne çıkan teorilerden bazıları:

Programlanmış yaşlanma teorileri

Bu gruptaki teoriler, insanların yaşlanmak için tasarlandığını ve hücrelerimizin vücudumuza kodlanmış önceden belirlenmiş bir yaşam süresine sahip olduğunu söylüyor. Bu kapsamda gen teorisi de incelenmektedir. Bu teori, belirli genlerin zamanla “açılıp” “kapandığını” ve yaşlanmaya neden olduğunu öne sürüyor.

Endokrin teorisine göre yaşlanma, endokrin sistem tarafından üretilen hormonlardaki değişikliklerden kaynaklanır. Otoimmün teorisine göre de insanın bağışıklık sistemi zamanla azalma eğilimi göstermektedir. Bunun sonucu da hastalıklar ve yaşlanmadır.

Kök hücreler, vücudumuzda farklı hücre türleri olma yeteneğine sahip hücrelerdir. Birçok dokuda, hasar görmüş veya ölmüş hücreleri yenileyerek dahili bir onarım sistemi görevi görürler. İnsanlar yaşlandıkça, kök hücreler de tükenecektir. Kök hücrelerin tükenmesi, yenilenmesi gereken dokuların aslında yenilenmediği anlamına gelir.

Şu ana kadar okuduğunuz teorilerin birçok destekçisi vardır. Bununla birlikte, sigarayı bırakmak ve egzersiz yapmak gibi alışkanlıklar ile bu gruptaki yaşlanma süreçlerini iyileştirme şansınız pek yok gibidir. Oysa ki araştırmalardan, bu olumlu alışkanlıklar ile yaşlanma arasında bir ilişki olduğunu görüyoruz.

Hata teorileri

Hata teorileri veya hasar teorileri, programlanmış teorilerin tam tersidir. Yaşlanmanın rastgele ve planlanmamış hücresel değişikliklerden kaynaklandığını varsayıyorlar. Yaşlanma hata teorileri şunları içerir.

Aşınma ve yıpranma teorisi. Bu, hücrelerin zamanla parçalanıp hasar gördüğü fikridir. Ancak eleştirmenler, vücudun onarım kabiliyetini hesaba katmadığını iddia ediyor.

Genom kararsızlığı teorisi. Bu teoriye göre yaşlanma, vücudun DNA hasarını onarma yeteneğini kaybetmesi nedeniyle gerçekleşir.

Çapraz bağlantı teorisi. Bu teori, yaşlanmanın hücrelere zarar veren ve biyolojik fonksiyonları yavaşlatan çapraz bağlı proteinlerin birikmesinden kaynaklandığını iddia eder.

Yaşam oranı teorisi. Bu teorinin savunucuları, bir organizmanın metabolizma hızının ömrünü belirlediğini söylüyor. Bununla birlikte, teori, sağlam ve tutarlı bilimsel kanıtlardan yoksundur.

Serbest radikal teorisi. Bu teori, yaşlanmanın serbest radikallerin neden olduğu oksidatif stresin birikmesinden kaynaklandığını ileri sürmektedir. Ancak bazıları, bu teorinin yaşlanmada görülen diğer hücresel hasar türlerini açıklamakta başarısız olduğunu söylüyor.
------------------------------------------
Bu Yazılarımıza da Bakmanızı Öneririz

Peigneur: Bir Hesap Hatası Sonucunda Bir Delikten Akıp Giden Göl
21/08/2022
Y Kromozomu Kayboluyor, Peki Bu Ne Anlama Geliyor?
03/09/2020
Türkiye’de Su Kıtlığı Kapıda: Peki Dünya’da Su Gerçekten Biter mi?
28/09/2020
Küresel Isınma Bir Tahmin Değil Gerçeğin Kendisidir!
14/04/2017

Mitokondriyal teori. Serbest radikal teorisinin bir varyasyonu olan bu teori, mitokondriyal hasarın serbest radikalleri serbest bıraktığını ve yaşlanmaya neden olduğunu söylüyor. Teori, somut bilimsel kanıtlardan yoksundur.

Yaşlanmanın biyokimyasal teorisi
Diğer bir teori ise biyokimyasal reaksiyonların yaşlanmaya neden olduğudur. Bu reaksiyonlar doğal olarak ve yaşam boyunca sürekli olarak gerçekleşir. Bu bağlamda da aşağıdaki teoriler incelenmektedir.

Gelişmiş glikasyon son ürünleri (AGE’ler). AGE’ler, yağlar veya protein şekere maruz kaldığında gelişir. Yüksek seviyeler de olmaları durumunda yaşlanmayı hızlandıran oksidatif strese yol açarlar. Isı şoku proteinleri hücreleri stresten korur, ancak yaşlandıkça tepkileri azalır. Hasar birikimi: Normal kimyasal reaksiyonlar zamanla DNA’ya, proteinlere ve metabolitlere zarar verir.

Size yazının başında “Neden Yaşlanıyoruz?” sorusuna cevap olarak 300’den fazla teori olduğundan bahsetmiştik. Şu ana kadar aktardıklarımız bunların arasından önce çıkanlardı. Bu nedenle haberlerde yaşlanmayla ilgili bir çok yazı okursunuz. Çoğu zaman da birinin dediği diğerinin dediğine pek benzemez. Şimdi yazının ikinci kısmında hepimizi ilgilendiren bir soruya ve bir de sevindirici gelişmeye cevap verelim.

Yaşlanmanın Etkilerini Azaltmak Mümkün mü?
Yaşlanmayı durdurmak ve hatta tersine çevirmek harika olmaz mıydı? Benjamin Button filmi gerçek olmaya giderek daha yakın gibi gözüküyor. Sonucunda yaşlılık sadece ölüm için ana risk faktörü olmakla kalmaz, aynı zamanda yaşa bağlı bir çok hastalığında ortaya çıkmasına neden olur. Ancak güzel bir haberimiz var.

Yakın zamanda yayınlanan bir çalışma bizlere, yaşlı, kör farelerin görme yetilerini geri kazandıklarını aktardı. Bu fareler ayrıca daha akıllı, daha genç beyinler geliştirdiler. Daha sağlıklı kas ve böbrek dokusu oluşturdular. Öte yandan, genç fareler erken yaşlandı ve vücutlarındaki neredeyse her dokuda yıkıcı sonuçlar oluştu.

Harvard Tıp Fakültesi Blavatnik Enstitüsü’nde genetik profesörü olan David Sinclair, deneylerin yaşlanmanın tersine çevrilebilir bir süreç olduğunu, “istendiğinde ileri ve geri” değişim yapmanın mümkün olduğunu söyledi.

Cell dergisinde yayınlanan bu çalışma, yaşlanmanın DNA’mızı baltalayan genetik mutasyonların bir sonucu olduğu gerçeğine meydan okuyor. Araştırmacılara göre, DNA vücudun donanımı ise, epigenom ise yazılımıdır. Epigenler, her gene “ne yapacağını, nerede yapacağını ve ne zaman yapacağını” söylemeyi bekleyen proteinler ve kimyasallardır. Epigenom kelimenin tam anlamıyla genleri açar ve kapatır.

Sonucunda hücreler, bilgiyi kaybetmeleri nedeniyle zaman geçtikçe genlerini tamir edemez hale gelirler. Genomik hasar ne kadar birikirse, tamir kabiliyetleri de o kadar azalacaktır. Ancak araştırmacılar son çalışmalarında yeniden doğru okuma yeteneğini geri kazandıran bir sıfırlama anahtarına dokunarak sistemi nasıl yeniden başlatabileceklerini gösterdiklerini iddia ediyorlar.

Bunun sonucunda da kaç yaşında olursanız olun, bu anahtara dokunarak yeniden gençlik yıllarınıza döneceğinizi söylüyorlar. Ancak küçük bir sorun var. Fareler ile yaptıkları çalışmalarda zamanı ileri, geri almanın yollarını bulmuş olsalar bile henüz insanlarda bu açma kapama anahtarının nerede olduğu bilinmiyor.

Sonucunda insanlar üzerinde herhangi bir yaşlanma karşıtı klinik denemenin başlaması, analiz edilmesi için onlarca yıl geçmesi gerekecektir. O vakte kadar en iyi çözüm halen sağlıklı beslenmek, spor yapmak vb gibi bildiğiniz süreçler gibi gözüküyor. Yazının devamında göz atmak isteyebilirsiniz: Olumsuz Düşünceler Daha Hızlı Yaşlanmanıza Neden Olabilir!

Kaynaklar ve ileri okumalar:

Why Do We Get Old?; Bağlantı: https://www.healthline.com/
What causes human bodies to age? Here’s what scientists know about the biology behind growing old; Bağlantı: https://www.businessinsider.com
Old mice grow young again in study. Can people do the same? Yayınlanma tarihi: 13 Ocak 2023; bağlantı: https://edition.cnn.com/2023/01/12/health/reversing-aging-scn-wellness/index.html

Matematiksel
---------------

Sibel Çağlar
Merhabalar. Matematik öğretmeni olarak başladığım hayatıma 2016 yılında kurduğum matematiksel.org web sitesinde içerikler üreterek devam ediyorum. Matematiğin aydınlık yüzünü paylaşıyorum. Amacım matematiğin hayattan kopuk olmadığını kanıtlamaktı. Devamında ekip arkadaşlarımın da dahil olması ile kocaman bir aile olduk. Amacımıza da kısmen ulaştık. Yolumuz daha uzun ama kesinlikle çok keyifli.

Yeri: https://www.matematiksel.org/neden-yaslaniyoruz-yaslanmanin-arka-planindaki-bilim/

▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


Y Kromozomu Kayboluyor, Peki Bu Ne Anlama Geliyor?

Yazı: a. caner sönmez
03/09/2020Güncelleme 19/01/2023

Doğumumuzda edindiğimiz cinsiyetimiz aslında genetik bir yazı-turanın sonucundan ibarettir: X mi gelecek yoksa Y mi? İki X kromozomu gelirse ovaryum, bir X ile bir Y gelirse testis sahibi oluruz. Bu genetik materyal paketiyle gelen özellikler bize sadece dış görümümüzü vermez. Beraberinde 45 adet gen ile gelen Y kromozomu ya da 1000 civarında gen içeren X kromozunu sahibi yapar.

Ancak yapılan araştırmalar Y kromozomunun git gide eridiğini ve yok olmaya yüz tuttuğunu söylüyor. Sonucunda Y kromozomu erkekliğin simgesi olarak kabul edilmektedir. Peki yok olursa ne olacak? Bu erkeklerin sonu geldiği anlamına mı geliyor? Hemen endişelenmeyelim. Bu soruya cevap vermeye başlamak için zamanda geri gitmemiz gerekiyor.

Y Kromozomu Nedir? Nasıl Gelişir? Neden Azalıyor?
Her insan embriyosu başlangıçta tümüyle aynı şekilde gelişir. Ancak kırk gün sonra, erkeğin Y kromozomunda “Y kromozomu üzerinde Cinsiyet Belirleyici Bölge” (SRY) adı verilen bir gen etkin­leşir. Bu gen testosteron hormonunun yapımı için gerekli talimat­ları içerir. Testosteron, embriyonun gonad hücrelerini· testislere dönüştürür. Testisler ise erkek üreme organlarının gelişimini tetikler.

Vücutlarımız sperm ve yumurta üretirken babadan ve anadan gelen kromozomlar rastgele karışır. Bu esnada kollarını birbirlerine eşleyerek takas yaparlar. Ancak Y’nin karşısında kollarını eşleyeceği bir kromozom yoktur.

Bu, Y kromozomundaki genlerin genetik rekombinasyona, yani her nesilde meydana gelen ve zarar verici gen mutasyonlarını ortadan kaldırmaya yardımcı olan genlerin “karıştırılmasına” maruz kalamayacağı anlamına gelir. Rekombinasyonun yararlarından yoksun kalan Y kromozomal genleri zamanla dejenere olur ve sonunda genomdan kaybolur.

Çoğu memelinin bizimkine benzer bir X ve Y kromozomu vardır; çok genli bir X ve SRY artı birkaç tane daha içeren bir Y.
Bu sistem, erkeklerde ve kadınlarda X genlerinin eşit olmayan dozajı nedeniyle sorunlarla birlikte gelir.

Buna rağmen, son zamanlarda yapılan araştırmalar, Y kromozomunun “frene basmak” için oldukça ikna edici bazı mekanizmalar geliştirdiğini ve gen kaybı oranını olası bir durma noktasına kadar yavaşlattığını göstermiştir. Araştırmalar ayrıca, Y kromozomunun, onu daha fazla bozulmadan koruyan çeşitli yapılar geliştirdiğini göstermiştir. Bunu temelde, hasar görmüş genlerin hasarsız bir yedek kopyayı şablon olarak kullanarak onarılmasına izin veren bir “kopyala ve yapıştır” işlemi olarak düşünebilirsiniz.

Y kromozomunun gerçekten yok olup olmayacağı sorusu üzerine bilim camiası, şu anda aslında ikiye bölünmüş durumda. Bir grup, savunma mekanizmalarının harika bir iş çıkardığını ve Y kromozomunu kurtardığını savunuyor. Ancak diğer grup ise bunun yok olmadan önceki son çırpınışlar olduğunu dile getiriyor. Tartışmalar bu nedenle devam ediyor.

Peki Y Kromozomunun Yok Olması Erkeklerin Yok Olacağı Anlamına mı Geliyor?
Araştırmalara göre Y kromozomunun 166 milyon yıl önce 1669 adet geni vardı. Şu an geriye 45 gen kaldı. Bu da bize tüm Y kromozomunun 4.5 milyon yıl sonra yok olacağını gösteriyor. İnsan için durum böyle olsa da aynı durum diğer türlerde de devam ediyor.

Yer altı kemirgenlerinden iki köstebek türünün de Y kromozomlarını birbirlerinden bağımsız olarak kaybettikleri tespit edildi. Aynı şekilde türleri tehlikede olan üç dikenli sıçan türünün de bu durumdan etkilendiği biliniyor.

Y kromozomunun ortadan kaybolması, geleceğimiz hakkında spekülasyonlara yol açtı. Bazı kertenkeleler ve yılanlar yalnızca dişi türlerdir ve partenogenez olarak bilinen yöntemle kendi genlerinden yumurta yapabilirler. Ancak bu, insanlarda veya diğer memelilerde olamaz. Üreme için sperme ve erkeğe ihtiyacımız var, yani Y kromozomunun sonu insan ırkının yok oluşunun habercisi olabilir.

Y kromozomu bulunmayan köstebek tarla faresi. Ancak hala dişi ve erkek türlere sahip

Y Kromozomunun Kaybı Ölüm Kalım Meselesi Değil
Bir çoğumuz cinsiyetin sadece bu kromozomlar ile belirlendiğini düşünürüz. Sonucunda eğer Y kromozomunuz varsa erkek, yoksa kadınsınız şeklinde. Oysa doğadaki işleyiş böyle değildir.

İnsanlardaki Y kromozomu kaybolsa bile bu, erkeklerin kendilerinin de yok olacağı anlamına gelmez. Y kromozomlarını tamamen kaybetmiş türlerde bile, üreme için erkek ve dişinin her ikisi de gereklidir. Bu durumlarda genetik erkekliği belirleyen SRY “master switch” geni farklı bir kromozoma taşınmıştır. Diğer bir deyişle insanlar yeni bir cinsiyet belirleyici gen geliştirebilir. Bunun sonucunda da bir Y kromozomuna sahip olmadan da erkek bireyler var olmaya devam edecektir.

Bu, ilginç ve hararetle tartışılan bir genetik araştırma alanı olsa da, endişelenecek çok az şey var. Y kromozomunun kaybolup kaybolmayacağını bile bilmiyoruz. Ve gösterdiğimiz gibi, öyle olsa bile, normal üremenin devam edebilmesi için büyük olasılıkla erkeklere ihtiyaç duyulmaya devam edilecek.

Barbara McClintock: Genetik Bilimini Şekillendiren Bir Bilim İnsanı
Toplumsal Cinsiyet Nedir? Yaşantımız Genellemelerden Nasıl Etkilenir?
Erkek Ve Kadın İçin Kullanılan Simgelerin Kökeni Nereden Geliyor?
Kaynaklar ve ileri okumalar:

Is the Y chromosome dying out?; yayınlanma tarihi: 29 Ağustos 2020; Bağlantı: https://www.livescience.com
The Y chromosome is disappearing – so what will happen to men?. TheConversation. https://theconversation.com/the-y-chromosome-is-disappearing-so-what-will-happen-to-men-90125 (accessed April 14, 2018). https://theconversation.com/the-y-chromosome-is-disappearing-so-what-will-happen-to-men-90125
Is the Y chromosome disappearing?—Both sides of the argument. Chromosome Research, (January, 2012). https://link.springer.com/article/10.1007/s10577-011-9252-1

--------------------------------

Yeri: https://www.matematiksel.org/y-kromozomunun-basi-yok-olma-tehlikesiyle-dertte/
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 19:59
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
'''^^ Jan 24, 2023

--Tümüylen alıntıdır--

Rusiyaya “sülh şərtləri” göndərilib: Kreml tarixi seçim qarşısında tərəddüd edir

Yazı: Elçin XALİDBƏYLİ
23.01.2023 19:01

Kreml həm beynəlxalq məkanda, həm də Rusiyanın daxili auditoriyası qarşısında aciz durumda qalma təhlükəsini səbəb göstərərək, vasitəçi ölkədən sülh sazişinin məhz təqdim olunan şərtlərdən kənara çıxmayacağına tam təminat tələb
... See more
--Tümüylen alıntıdır--

Rusiyaya “sülh şərtləri” göndərilib: Kreml tarixi seçim qarşısında tərəddüd edir

Yazı: Elçin XALİDBƏYLİ
23.01.2023 19:01

Kreml həm beynəlxalq məkanda, həm də Rusiyanın daxili auditoriyası qarşısında aciz durumda qalma təhlükəsini səbəb göstərərək, vasitəçi ölkədən sülh sazişinin məhz təqdim olunan şərtlərdən kənara çıxmayacağına tam təminat tələb edir... Bu baxımdan, indi əsas diqqətin məhz ABŞ-Ukrayna məsləhətləşmələrinə yönəlmiş ola biləcəyi də qətiyyən istisna deyil, çünki rəsmi Kiyev Ağ Evin direktivi olmadan gizli danışıqların nəticələri ilə razılaşa bilməz...
Ukrayna savaşı ətrafında yeni situasiya yaranıb. Bu savaş üzərindən yeni dünya düzəninin qurulması prosesini intensivləşdirmək cəhdləri artıq açıq-aşkar nəzərə çarpır. Üstəlik, bu prosesin böyük geopolitik risklər vəd etməsi də bəzi dünya ölkələri və beynəlxalq qurumlar tərəfindən ciddi narahatlıqla qarşılanır.

Məsələnin önəmli tərəfi ondan ibarətdir ki, yeni dünya düzəninin hansı fərqli geopolitik konfiqurasiyalara yol aça biləcəyi hələlik müəmmalı olaraq, qalmaqdadır. Əsas təsəvvürlər ondan ibarətdir ki, dünyada buna qədər mövcud olan beynəlxalq qaydalar tədricən öz əhəmiyyətini və funksionallığını itirəcək. Yeni beynəlxalq qaydaların bütün dünyaya qəbul etdirilməsi isə qlobal proseslər çərçivəsində məcburi xarakter daşıyacaq.

Belə anlaşılır ki, bütün bunlar idarəolunan prosesin tərkib hissəsidir. Bu prosesin hansı məzmun və keyfiyyəti daşıyacağı isə onun iştirakçılarından daha çox ssenari müəlliflərindən asılı olacaq. Yəni, planı quranlar, prosesi idarə edənlər necə istəyirlərsə, yeni dünya düzəni də məhz onların hədəflərinə uyğun şəkillənəcək.

Təbii ki, mövcud beynəlxalq situasiyanın gələcək inkişaf istiqamətləri də böyük ölçüdə Ukrayna savaşının nəticələrinə bağlıdır. Avropa Birliyi Şurasının rəhbəri Şarl Mişel Kiyevə son səfərindən sonra bildirib ki, Ukrayna savaşının istiqamətləri və nəticələri yaxın 2-3 həftə ərzində baş verə biləcək hadisələrdən asılıdır. Və bu müddət Ukrayna savaşı ətrafında yaranmış vəziyyətlə bağlı həlledici xarakter daşıya bilər.

Belə anlaşılır ki, Qərb hərbi-siyasi dairələri Ukrayna savaş poliqonunda yeni mərhələyə hazırlaşırlar. Rusiya əleyhinə beynəlxalq koalissiyanın Ukrayna ordusuna yeni hərbi dəstək paketini təsdiqləməsindən sonra bu, o qədər də gözlənilməz deyil. Yəqin ki, bu hərbi dəstək paketi Rusiyaya son sərt mesaj vermək niyyətini də özündə əks etdirir. Hər halda, bu dəfə Ukraynaya “Patriot” raket sistemləri, döyüş helikopterləri, zirehli texnika və s. müasir silahlar veriləcək.

Təbii ki, bu, Rusiya üçün kifayət qədər təhlükəli dönüş mərhələsinə yol aça bilər. Belə ki, Qərbin sanksiyalarına Rusiya indiyə qədər tab gətirə bilirdi. Çünki Rusiyaya qarşı sanksiyaların orta və daha uzaq perspektiv üçün təsirli olacağı indi hər kəsə aydındır. Yaxın perspektiv üçün isə Rusiya hələ öz daxili resursları hesabına müqavimət göstərmək imkanlarına malikdir. Və Kremlin bu müqavimət immunitetinin formalaşmasında Rusiya enerji resursları üçün alternativ bazarların tapılması, əhalinin avropalılardan fərqli olaraq, komfort həyat şəraiti vərdişlərindən uzaq olması, Putin hakimiyyətinin avtoritar xarakteri xüsusi rol oynayır.

Avropa ölkələrində isə vəziyyət daha böhranlı xarakter daşıyır. Rusiyaya qarşı sanksiyalar Avropa məkanına daha sarsıdıcı zərbələr vurur. Üstəlik, Rusiyadan fərqli olaraq, bu zərbələr orta və ya uzaq perspektivə deyil, məhz indiyə təsadüf edir. Komfort həyat şəraitinə vərdişli avropalılar isə buna tab gətirmək fikrində deyillər. Əksinə, enerji və sosial-iqtisadi böhran dərinləşdikcə, Avropa ölkələrində əhalinin narazılığı artır və tədricən kütləvi etirazlara çevrilir.

Ona görə də Qərb ölkələri Ukrayna savaşının taleyini həll etmək üçün tələsmək məcburiyyətində qalmış kimi görünürlər. Böyük ehtimalla Kremlə anlatmağa çalışırlar ki, əgər, Ukraynaya verilən indiki silah-sursat və hərbi texnikanın təyinatı nəzərə alınmazsa, tezliklə daha radikal qərarlar qəbul edilə bilər. Yəni, Rusiyanı Ukraynaya daha müasir hücum silahları verilə biləcəyi ilə təhdid etməyə çalışırlar. Və əgər, Qərb belə radikal qərar qəbul edərsə, Rusiyanın savaş meydanında biabırçı məğlubiyyəti qaçılmaz reallığa çevrilə bilər.

Maraqlıdır ki, Rusiyaya alternativ variant da təklif olunur. Belə ki, bəzi məlumatlara görə, bir neçə Qərb ölkəsi Rusiya ilə qeyri-rəsmi səhnəarxası danışıqlar aparır. İddia olunur ki, Kremlə Ukrayna savaşınin sülh sazişi ilə yekunlaşdırılması üçün bir neçə şərt irəli sürülüb. Birincisi, Rusiya öz qoşunlarını savaşöncəsi sərhədlərə sərhədlərə çəkməlidir. Bu, Putin hakimiyyətinə Rusiya daxilində tam nüfuzdan düşməmək şansının tanınması deməkdir.

Digər tərəfdən, Kremldən tələb olunur ki, sülh sazişinin imzalanmasından sonra elan ediləcək keçid dövrünün sona çatması ilə Rusiya Krımı Ukraynaya geri qaytarmalıdır. Sülh sazişinin 10 ili tamam olduqdasa, Donbas tam şəkildə Ukraynanın suveren idarəçiliyinə verilməlidir. Yəni, Kremldən yaxın 10 il ərazində Rusiyanın 1991-ci il sərhədlərinə geri çəkilməsi tələb olunur.

Nəhayət, Kremlə xəbərdarlıq olunub ki, əgər, Rusiya bu şərtlər çərçivəsində sülh sazişi imzalamağa razılaşması Ukraynaya daha genişmiqyaslı hərbi dəstək mərhələsinə start veriləcək. Ukrayna ordusu ən müasir hücum silahları ilə təchiz olunacaq. Savaş birbaşa Rusiyanın sərhədləri içərisinə keçiriləcək. Kremlə qarşı daxili etiraz dalğasını gücləndirəcək bütün mümkün addımlar atılacaq.

Onu da qeyd edək ki, bir neçə Qərb dövlərinin bu şərtləri Rusiya əleyhinə koalisiyanən bütün üzvlərinin mövqeyini ifadə etmir. Kreml şərtləri qəbul edəcəyi təqdirdə, Rusiya əlıeyhinə beynəlxalq koalisiyanın daha ağır şərtlər irəli sürməyə şirniklənə biləcəyindən narahatdır. Çünki, bu, Kremli həm beynəlxalq məkanda, həm də Rusiyanın daxili auditoriyası qarşısında aciz durumda göstərə bilər. Bu təhlükəni nəzərə alan Kreml vasitəçi ölkədən sülh sazişinin məhz sadalanan şərtlərdən kənara çıxmayacağına tam təminatın verilməsini tələb edir.

Bütün bunları nəzərə aldıqda, Avropa Birliyi Şurasının rəhbəri Şarl Mişelin yaxın 2-3 həftə ərzində baş verəcək hadisələrin böyük önəm daşıdığını vurğulamasının səbəblərini təxmin etmək mümkündür. Yəqin ki, Ş.Mişel paytaxt Kiyevə səfəri çərçivəsində bu məsələni Ukrayna siyasi dairələri ilə də müzakirə edib. Bu məxfi proseslə bağlı hazırda həlledici mərhələnin başlandığını düşünmək olar.

Böyük ehtimalla müzakirələrin nəticələri və qəbul ediləcək qərarlar məhz bu müddət ərzində dəqiqləşmiş olacaq. Yəni, ya Rusiya ilə anlaşma təsdiqlənəcək, ya da Ukraynanın savaş meydanında tam qələbəsi üçün daha radikal addımlar atılacaq. Və bu baxımdan, indi əsas diqqətin məhz ABŞ-Ukrayna məsləhətləşmələrinə yönəlmiş ola biləcəyi də qətiyyən istisna deyil.

Elçin XALİDBƏYLİ,
Siyasi ekspert,
“Yeni Müsavat” Media Qrupu

Yeri: https://musavat.com/news/rusiyaya-sulh-sertleri-gonderilib-kreml-tarixi-secim-qarsisinda-tereddud-edir_951809.html


▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


O metrodan bizdə niyə yoxdur - Yaxud “bir millət-iki metro”


Yazı: Zamin HACI
24.01.2023 09:23


Türkiyədə, İstanbulda hava limanına metro xətti çəkdilər. Bu, böyük şəhər üçün olduqca qiymətli hadisədir. Açılışına Ərdoğan şəxsən qatıldı. Turizmin inkişafına, lap elə yerli əhalinin rahatlığına bu xəttin misilsiz təsirləri olacaqdır. Çünki çağdaş dünyada böyük meqapolisləri hava limanları ilə birləşdirən ictimai nəqliyyatsız faktiki mümkün deyil. Çox Avropa şəhərlərində belədir. Şəhərin mərkəzində metroya minirsən, birbaşa hava limanında uçağa minik salonuna çıxırsan. Bəs bizdə necədir? Kərəmi çağırın, ağlasın.

Bizim başbilənlər, metronun korrupsioner müdiri Tağı müəllimin rəhbərliyi altında uzun illər millətin gözünə kül üfürdülər. Metronun yenilənməsini istəyəndə adətən xalqa rəngli xəritələr göstərirdilər. Filan yerə qədər metronu uzadacağıq, metro oradan girib buradan çıxacaq, yalan olmasın, bəlkə Şəkiyə metro çəkdik. Başqa ölkələr real iş görürdü, bizə şəkil və xəritə göstərirdilər. Balaca uşağı konfet kağızı ilə aldatmaq kimi. Yenə Tağı mürəxxəs ediləndən sonra millət bir-iki təzə stansiya gördü, əvvəl onlar da yox idi. Deməli, bu adam metroda yeniliyin qarşısını kəsirmiş. Ancaq yenə ümumi durum dəyişməyib.

Bakı hava limanına getmək-gəlmək üçün insanlar taksi tutmağa məcburdur. Nabələd şəxslərə, turistlərə o nainsaf, turizm düşməni taksiçilər, sizcə, nə qiymətlər oxuyur? Şəxsən məndən 30 manat istəyiblər. Turist olmadığımı biləndə 10 manata düşüb, axırı 8 manata “Koroğlu” metrosuna qədər gəlmişik. Ancaq internetdən, turistik bloqlardan xəbərim var ki, orada xaricilərdən hətta 60 manat da istəyənlər var. Alternativ isə yoxdur. Yalnız hər saatda 1 dəfə “28 May”dan hava limanına “ekspress” adlı avtobus çıxır. Əcaib bir şeydir. Avtobus getdisə, 1 saat gözləməlisən. Belə şeylər Azərbaycan haqda xoş təəssürat yaratmır - yumşaq yazsam.

“Koroğlu”dan hava limanına 14 kilometrdir. İstanbuldakı metro-hava limanı məsafəsi isə 37 kilometr. İki dəfə qısa məsafəmiz var. Relyefimiz də orada çox əlverişli, düzənlik, düppədüz ərazidir. Ancaq bizdə metronu hava limanına birləşdirmək heç kimin marağında deyil. Çünki taksilər də hansısa oliqarx-məmurun balansındadır. Çünki bizdə uçmaq da hər yerdən bahalıdır. Sən təyyarəyə bilet alanda təkcə uçuşun, yükün-filanın dəyərini ödəmirsən. Eyni zamanda bu işlərə baxan məmurun saxlanması xərclərini də ödəyirsən.

Ona görə bizim işimiz Allaha qalıb, onun da başı bu saat kitabını İsveçdə yandıranlara qənim olmağa qarışıbdır. Keçən il Türkiyədə inflyasiya 75 faizədək qalxmışdı, milli valyuta çox pis duruma düşmüşdü. Bizdə rəsmi informasiyaya inansaq, 14 faiz idi. Lakin Türkiyəyə dolanışıq ardıyca və Vasif müəllimin əlindən qaçaraq gedən naxçıvanlıların kütləvi qayıdışını izləyən oldumu? Olmadı. Çünki belə şey yoxdur. Heç kəs Türkiyəni atıb Naxçıvana qayıtmadı. Camaat bahalığa baxmayaraq qanunun nisbətən üstün olduğu yeri seçir. Alternativlər olan yeri seçmək insanın təbiətindədir, instinktlərimizə milyon illər boyunca həkk edilibdir.

Yazıya nöqtə qoymazdan öncə maraq üçün internetdə metro yeniliklərimizi axtardım. Bilirdim ki, yenə orada yaxşı xəyalplovlar dəmləyiblər. Zənnimdə yanılmamışdım. 17 yanvara aid xəbərdə Dövlət Şəhərsalma və Arxitektura Komitəsinin adından sevgili xalqımıza müjdə verilirdi: “2040-cı ilədək metro xətləri şəbəkəsinin ümumi uzunluğunun hazırkı 36,7 km-dən 76.2 km-ə, stansiyaların sayının isə 25-dən 51-ə çatdırılması nəzərdə tutulur”.

Deyəsən, mən bu xəbəri elə qırx ildir oxuyuram. Bundansa metronun içində yonca əksəydilər. Eşşək saxlayardıq, minib aeroporta gedərdik...


Yeri: https://musavat.com/news/o-metrodan-bizde-niye-yoxdur_951841.html



▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


Julio Iglesias


Vikipedi, özgür ansiklopedi

Bu madde hiçbir kaynak içermemektedir. Lütfen güvenilir kaynaklar ekleyerek madde içeriğinin geliştirilmesine yardımcı olun. Kaynaksız içerik itiraz konusu olabilir ve kaldırılabilir.
Kaynak ara: "Julio Iglesias" – haber · gazete · kitap · akademik · JSTOR (Mayıs 2012) (Bu şablonun nasıl ve ne zaman kaldırılması gerektiğini öğrenin)

Julio Iglesias
Doğum 23 Eylül 1943 (79 yaşında)
Madrid, İspanya
Meslek Müzisyen
İmza

Julio José Iglesias de la Cueva (d. 23 Eylül 1943, Madrid), İspanyol şarkıcı, söz yazarı. 300 milyondan fazla satan sanatçının albümleri 14 farklı dile çevrildi. Başarılı müzik kariyeri boyunca 2600'dan fazla platin ve altın plak sahibi olmuştur.
ayatı
Gençliğinde Real Madrid genç takımında kaleci olarak oynamıştır. 1963 yılında geçirdiği trafik kazası sonrasında doktorlar bir daha yürüyemeyeceğini düşünseler de sağlığına kavuşmuştur. 1971'de Isabel Preysler ile evlenmiş ve Chabeli Iglesias, Julio Iglesias, Jr., Enrique Iglesias adlarını taşıyan 3 çocuk sahibi olmuş, 1979 yılında boşanmıştır. 2010'da 20 yıl süren ilişkilerinin ardından Miranda Rijnsburger ile evlenmiştir. Çiftin 3 oğlu ve ikiz kızları olmuştur.

Kariyer
1970 yılında Eurovision şarkı yarışmasında "Gwendolyne" adlı şarkıyla İspanya'yı temsil etmiş, yarışma sonunda İsviçre ve Fransa ile dördüncülüğü paylaşmıştır. kısa bir süre sonra "Un Canto A Galicia" şarkısı Almanya'da 1 milyon satmış ve birçok Avrupa ülkesinde hit olmuştur. Preysler'la evliliğinden sonra Florida'ya taşınmış CBS International ile anlaşma imzalamıştır. İngilizce, Fransızca, Portekizce, Almanca ve bunlar gibi farklı dillerde şarkı söylemeye başlamıştır. 1988'de Grammy ödül töreninde "Un Hombre" Solo albümüyle "En İyi Latin Pop Albümü" ödülünü almıştır.

Albümler
Anos (1968)
Yo Canto (1969)
Gwendolyne (1970)
Por Una Mujer (1972)
Und Das Meer Singt Sein Lied (1973)
Soy (1973)
Ich Schick' Dir Eine Weisse Wolke (1974)
A Flor de Piel (1974)
Manuela (1975)
Julio Iglesias (1975)
El Amor (1975)
A Mexico (1975)
Se Mi Lasci Non Vale (1976)
Schenk Mir Deine Liebe (1976)
En El Olympia (1976)
Ein Weihnachtsabend Mit Julio Iglesias (1976)
America (1976)
A Mis 33 Anos (1977)
Sono Un Pirata, Sono Un Signore (1978)
Er War Ja Nur Ein Zigeuner (1978)
Emociones (1978)
Ás Vezes Tu, Às Vezes Eu Lyrics (1978)
Aimer La Vie (1978)
Innamorarsi Alla Mia Età (1979)
À Vous Les Femmes (1979)
Sentimental (1980)
Hey! (1980)
Amanti (1980)
Zärtlichkeiten (1981)
Minhas Canções Preferidas (1981)
Fidéle (1981)
De Niña a Mujer (1981)
Momentos (1982)
Et L'amour Créa La Femme (1982)
Julio (1983)
En Concierto (1983)
1100 Bel Air Place (1984)
Libra (1985)
Un Hombre Solo (1987)
Tutto L'amore Che Ti Manca (1987)
Non Stop (1988)
Raices (1989)
Starry Night (1990)
Calor (1992)
Crazy (1994)
La Carretera (1995)
Tango (1996)
My Life: The Greatest Hits (1998)
Noche de Cuatro Lunas (2000)
Una Donna Puo Cambiar la Vita (2001)
Ao Meu Brasil (2001)
Divorcio (2003)
En Français (2004)
L'homme Que Je Suis (2005)
Romantic Classics ( 2006)
Quelque Chose de France (2007)

▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


Julio Iglesias


From Wikipedia, the free encyclopedia

This article is about the singer Julio Iglesias. For his father, see Julio Iglesias Sr. For his son, see Julio Iglesias Jr. For other uses, see Julio Iglesias (disambiguation).
In this Spanish name, the first or paternal surname is Iglesias and the second or maternal family name is de la Cueva.
Julio Iglesias
Born Julio José Iglesias de la Cueva
23 September 1943 (age 79)
Madrid, Spain
Nationality Spanish
Years active 1968–present
Spouses
Isabel Preysler

​(m. 1971; div. 1979)​
Miranda Rijnsburger ​(m. 2010)​
Children 8, including Chabeli, Julio Jr., and Enrique
Musical career
Genres
LatinLatin popdance-popadult contemporary
Labels
ColumbiaSony
Association football career
Position(s) Goalkeeper
Youth career
Real Madrid
Senior career*
Years Team Apps (Gls)
1960–1964 Plus Ultra
*Club domestic league appearances and goals
Website julioiglesias.com

Julio José Iglesias de la Cueva (Spanish: [ˈxuljo iˈɣlesjas]; born 23 September 1943) is a Spanish singer, songwriter and former professional footballer. Iglesias is recognized as the most commercially successful Spanish singer in the world and one of the top record sellers in music history, having sold more than 100 million records worldwide in 14 languages.[1] It is estimated that during his career he has performed in more than 5000 concerts, for over 60 million people in five continents. In April 2013, Iglesias was inducted into the Latin Songwriters Hall of Fame.

In 1983, Iglesias was celebrated as having recorded songs in the most languages in the world, and in 2013 for being the artist in Latin music with the most records sold in history. In April 2013 in Beijing, he was honoured as the most popular international artist in China. In Brazil, France, Italy and elsewhere, Iglesias is the most successful foreign record seller, while in his home country, Spain, he has sold the most records in history, with 23 million records.

During his career, Iglesias has won many awards in the music industry, including the Grammy, Latin Grammy, World Music Award, Billboard Music Award, American Music Award and Lo Nuestro Award. He has been awarded the Gold Medal for Merit in the Fine Arts of Spain and the Legion of Honour of France. UNICEF named him Special Ambassador for the Performing Arts in 1989. He has had a star on the Hollywood Walk of Fame since 1985.

Early life
Iglesias was born in Madrid to Julio Iglesias Sr., a medical doctor from Ourense who became one of the youngest gynecologists in the country, and María del Rosario de la Cueva y Perignat. His paternal grandparents, Manuela Puga Noguerol and Ulpiano Iglesias Sarria, were of Galician ancestry.[2] His maternal grandparents were José de la Cueva y Orejuela (1887–1955)[3] and Dolores de Perignat y Ruiz de Benavides,[4] who was a native of Guayama, Puerto Rico.[5]

The name "Iglesias" translates as "churches". Iglesias says that he is of Jewish ancestry on his maternal side, and that his mother's family name, "de la Cueva", meaning literally "of the cave" and referring to Jewish people in hiding, is a common Jewish name.[6] He has proclaimed himself Jewish "from the waist up".[7]

He alternated playing professional football with studying law at the CEU San Pablo University in Madrid. In his youth, he was a goalkeeper for Real Madrid Castilla in the Segunda División. His professional football career was ruined when he was involved in a serious automobile accident in 1963 that left him unable to walk for two years.[8] The accident smashed his lower spine and left his legs permanently weakened and requiring therapy for several years. He has said of those years, "I had more courage and attitude than talent". While he was in hospital after the accident, a nurse named Eladio Magdaleno gave him a guitar so that he could recover the dexterity of his hands.[9] In learning to play, he discovered his musical talent.[10][11] After his rehabilitation, Iglesias studied for three months at Bell Educational Trust's Language School in Cambridge, England. After that, he returned to obtain his law degree at Complutense University of Madrid.[12]

Entertainment career

Julio Iglesias at the Eurovision Song Contest 1970.
In 1968, he won the Benidorm International Song Festival, a songwriter's event in Spain, with the song "La vida sigue igual" (meaning "Life Goes On The Same") which was used in the film La vida sigue igual about his own life. He then signed a deal with Discos Columbia, the Spanish branch of the Columbia Records company, and released his first studio album, titled Yo Canto, or I Sing. The album spent 15 weeks in the Spanish charts and peaked at No. 3.[11] He represented Spain in the 1970 Eurovision Song Contest, finishing in fourth place[13] behind Ireland's winning entry, performed by Dana.[14] His entry was the song "Gwendolyne." Shortly after, he had a number one hit in many European countries with "Un Canto A Galicia", sung in Galician, in honour of his father, who hailed from Galicia. That single sold 1 million copies in Germany. In 1975, he found success in the Italian market by recording a song exclusively in Italian, called "Se mi lasci non vale" or "If You Leave Me, It Can't Be." Notable albums from this decade are A flor de piel (1974, with the European hit "Manuela"), El amor (1975), and Soy (1973). He also sang in French: one of his popular songs in this language became "Je n'ai pas changé."

In 1979, he moved to Miami, Florida, in the United States, signed a deal with CBS International and started singing in different languages such as French, Italian, Portuguese and German. Two years later, he released the album De niña a mujer in five languages, which he dedicated to his daughter, who appeared on the cover with him. From it came the first English-language hit of his career, a cover of "Begin the Beguine" which became number 1 in the United Kingdom; he also released a collection, Julio (1983).

In 1984, he released 1100 Bel Air Place, the hit album which established him as a star in the English-speaking entertainment industry. It sold over three million albums in the United States alone.[10] The first single, "To All the Girls I've Loved Before", a duet with Willie Nelson, hit No. 1 on the Country charts and went Top Five in the Billboard Hot 100.[15] It also featured "All of You", in vocal duet with Diana Ross, a Top Twenty Pop hit, that climbed to No. 2 on the Adult Contemporary Chart with the help of a popular video.[16] He also performs duets with The Beach Boys for those years.

Iglesias won a Grammy Award for Best Latin Pop Album in the 1988 Grammy Awards for the album Un hombre solo ("A Man Alone"). In that year, he recorded a duet with Stevie Wonder, "My Love", in his Non Stop album, a crossover success in 1988.

Iglesias made a cameo appearance as himself on The Golden Girls as Sophia Petrillo's date on St. Valentine's Day 1989.

In 1993, recorded Summer Wind with Frank Sinatra.

In 1994, released Crazy, including duets with Dolly Parton, Sting and Art Garfunkel.

In 1995, Iglesias was the recipient of the Excellence Award at the 1995 Lo Nuestro Awards.[17] In 2001, Iglesias was recognized as the Person of the Year by the Latin Recording Academy.[18] A year later, Iglesias was inducted into the International Latin Music Hall of Fame.[19]

In 2003, Iglesias released his album Divorcio ("Divorce"). In its first day of sales, Divorcio sold a record 350,000 albums in Spain, and reached the number 1 spot on the charts in Spain, Portugal, France, Italy, and Russia. In 2003 and 2004, aided by the success of his Divorcio album, Iglesias went on a ten-month world tour which took him from Europe to Asia and then on to North America, South America and Africa. More than half the shows on that tour sold out within days of going on sale. In December 2004, his Dutch girlfriend Miranda Rijnsburger and Iglesias himself recorded a duet of the Christmas song "Silent Night". The song, which was not officially released, also included a voice message from Iglesias, Rijnsburger, and their four young children. The song was released online through the singer's official website and a CD was included on their Christmas card as a holiday gift from the Iglesias family to their friends and fans around the world.

In 2008, Iglesias recorded another song as a gift to his fans. The family recorded "The Little Drummer Boy" in Spanish and English and included it in the family's Christmas card. Iglesias also made investments in the Dominican Republic's eastern town of Punta Cana, a major tourist destination, where he took to spending most of the year. He became a Dominican citizen in 2005.[20]

In September 2006, Iglesias released a new English-language album, which he titled Romantic Classics. "I've chosen songs from the 1960s, 1970s and 1980s that I believe will come to be regarded as the new standards," Iglesias stated in the album's sleeve notes. The album featured his interpretations of Foreigner's "I Want to Know What Love Is", the Wham! selection "Careless Whisper", and Richard Marx's "Right Here Waiting". Romantic Classics was Iglesias's highest debut on the Billboard charts, entering at number 31 in the United States, 21 in Canada, 10 in Australia, and top spots across Europe and Asia. He returned to the studio to record songs in Filipino and Indonesian for his Asian releases of Romantic Classics, which helped propel record sales in the Asian entertainment industry. Iglesias promoted Romantic Classics in 2006; it was seen all over the world on television shows. In the United States, for example, he appeared on Dancing With The Stars, where he sang his version of "I Want To Know What Love Is", Good Morning America, The View, Fox and Friends and Martha Stewart.

In 2008, Iglesias made a music video with Gulnara Karimova, the daughter of Uzbek dictator Islam Karimov.[21] In October 2012, he performed a concert in Equatorial Guinea where tickets were reportedly $1,000 each.[21]

Iglesias's performance of the song "La Mer" ("The Sea") is featured in the soundtrack of the 2011 film Tinker Tailor Soldier Spy. The performance comes from a live album that he recorded live at the Olympia in 1976.

On 1 April 2013, in Beijing, he received two historic awards: First & Most Popular International Artist of All Time in China, an award given by Sony Music China and which was presented to Iglesias by the world-renowned Chinese artist Lang Lang, and the Guinness World Records for the Best-selling Male Latin Artist.[22] As Iglesias is a composer and lyricist, some of his songs[which?] being of his own authorship and composition, on 23 April 2013, he was inducted into the Latin Songwriters Hall of Fame, alongside Armando Manzanero and José Feliciano.[23][24]

In 2015, Iglesias was slated to perform a complete concert for the first time with his son Julio Iglesias Jr. in a tour in Romania, on 22 May at Sala Polivalentă in Cluj-Napoca and 2 July at Sala Palatului in the capital city, Bucharest.[25]

Berklee College of Music awarded Iglesias an Honorary Doctorate in May 2015 in recognition of his achievements and influence in music and for his enduring contribution to American and international culture.[26]

Personal life
On 29 January 1971, Iglesias married Isabel Preysler, a Filipina television host. Preysler, a Filipina of Spanish ancestry, was also a member of the wealthy and aristocratic Pérez de Tagle family. The couple had three children: Chábeli (born 3 September 1971), a socialite; Julio Jr. (born 25 February 1973), a singer; and Enrique (born 8 May 1975), an internationally successful singer-songwriter, actor, and record producer. In the 1970s, Iglesias and his family were extensively depicted on the front pages of international newspapers and magazines. The marriage ended in divorce in 1979. The couple also applied for marriage annulment by the Catholic Church which was granted in 1980.[27]

Whenever Iglesias was not on tour, he spent his time at his Miami residence, purchased in 1978 for $650,000. The mansion on the private Indian Creek Island, whose interior design was made by Virginia Sipl, was placed on the market in 2006 for a quoted $28 million, making it one of the "Ten Most Expensive Homes in the South" in 2006 according to Forbes magazine.[28]

After his divorce, Iglesias lived with Dutch model Miranda Rijnsburger, 22 years his junior, whom he married on 26 August 2010 in a small church in Marbella, Spain. They had five children: Miguel Alejandro Iglesias (born 7 September 1997), Rodrigo Iglesias (born 3 April 1999), twins Cristina and Victoria Iglesias (born 1 May 2001), and Guillermo Iglesias (born 5 May 2007). They took up residence in the Dominican Republic, where Iglesias had acquired several hotel complexes, as well as the Punta Cana International Airport, which he acquired jointly with other investors, including fashion designer Oscar de la Renta.[8][29]

On 19 December 2005, Iglesias's father died of a heart attack at the age of 90. A week before his father's death, it became known that Ronna Keitt, his father's 42-year-old wife, was pregnant with their second child. Their first child, Jaime, had been born on 18 May 2004. The second child, Ruth, was born on 26 July 2006.

In 2008, after his house in Indian Creek did not sell at his asking price, he ordered it razed and said he planned to build another on the lot.[30] In 2012, he purchased the property next door for $15 million and announced that he planned to build a new home on the combined properties.[31][32] In 2020, he agreed to sell it to Jared Kushner and his wife Ivanka Trump, a daughter of then-U.S. President Donald Trump.[33]

In 2019, a court in Valencia ruled that Iglesias is the father of Javier Sánchez, son of Portuguese former dancer Maria Edite Santos. Sánchez had been pursuing his paternity suit in court since 1992, arguing that he was conceived when his mother allegedly had an affair with Iglesias in the Catalonia region in July 1975. The singer, who rejected all those claims, had refused on several occasions to undergo a paternity test. The Sánchez legal team argued that DNA evidence obtained in the US by an investigator proved their case; however, the DNA sample did not come directly from the singer but was collected from "a bottle of water" used by his son, Julio Iglesias Jr, which he left on a Miami beach. The presiding judge, José Miguel Bort, rejected this DNA claim but ruled in favor of Sánchez. Delivering the verdict, Judge Bort said his decision was reached in part because of the "resemblance between the two men" and on the basis of Edite's testimony.[34] Iglesias appealed the verdict and the Provincial Court of Valencia reversed Judge Bort's ruling, declaring it cannot be proven that Sánchez is the son of Iglesias. The matter was taken to the Supreme Court of the country, and, in April 2021, the Court dismissed the claims made by Sánchez, imposing also the costs of the process on him.[35]

Honours and awards
Honours
Spanish National Honours
Medalla de Oro al mérito en las Bellas Artes.png Gold Medal of Merit in the Fine Arts
Orden del Dos de Mayo.gif Gold Medal of the Community of Madrid
Foreign Honours
France
Legion Honneur Chevalier ribbon.svgKnight of the Legion of Honor
Medal of the City of Paris
Discography
Main article: Julio Iglesias discography
Selected albums
1969: Yo canto
1970: Gwendolyne
1972: Un canto a Galicia
1973: Soy
1974: A flor de piel
1975: A México
1975: El amor
1976: America
1977: A mis 33 años
1978: Aimer la vie
1978: Emociones
1978: Sono un pirata, sono un signore
1979: À vous les femmes
1980: Hey!
1981: De niña a mujer
1982: Et l'amour crea la femme
1982: Momentos
1982: Momenti
1983: Julio
1984: 1100 Bel Air Place
1985: Libra
1987: Un hombre solo
1987: Tutto l'amore che ti manca
1988: Non Stop
1989: Raíces
1990: Starry Night
1992: Calor
1994: Crazy
1995: La carretera
1996: Tango
2000: Noche de cuatro lunas
2001: Ao Meu Brasil
2003: Divorcio
2006: Romantic Classics
2007: Quelque chose de France
2011: 1
2015: México
2017: México & Amigos
2017: Dois Corações
Awards and nominations

Yeri: https://en.wikipedia.org/wiki/Julio_Iglesias


▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


Xulio İqlesias

Vikipediya, azad ensiklopediya
Xulio İqlesias
isp. Julio Iglesias

Ümumi məlumatlar
Doğum adı Julio José Iglesias de la Cueva
Doğum tarixi 23 sentyabr 1943[1][2][…] (79 yaş)
Doğum yeri
Madrid, Madrid vilayəti, İspaniya
Vətəndaşlığı
İspaniya
ABŞ
Dominikan Respublikası

Uşaqları
Enrike İqlesias
Musiqiçi məlumatları
Fəaliyyəti müğənni, musiqiçi, mahnı müəllifi[d], səsyazma sənətçisi[d], futbolçu, bəstəkar, iş adamı

Fəaliyyət illəri 1968-ci ildən
Janrlar pop-musiqi, latın-pop[d], soft-rok[d], İtalo disko, kantri
Musiqi alətləri gitara
Albom şirkətləri Sony Music[d]
Mükafatları "Fəxri legion" ordeni kavaleri gold Medal of the Community of Madrid
əbədi nailiyyətlərinə görə "Qremmi" mükafatı
İmzanın şəkli
julioiglesias.com
-----------

Xulio İqlesias de la Kueva (isp. Julio Iglesias De la Cueva; 23 sentyabr 1943[1][2][…], Madrid) — musiqi tarixində ən populyar ispan müğənnisi. Onun 14 dildə ifa etdiyi mahnılardan ibarət 77 albomu 300 milyon nüsxədən artıq satılmışdır[3]. "Sony Music" şirkətinin məlumatına əsasən o, ən çox albom satışı göstəricisinə malik olan 10 müğənni arasında yer alır. Dəfələrlə "Qremmi" mükafatına layiq görülmüş və İspaniyanı 1970-ci il Avroviziya Mahnı Müsabiqəsində təmsil etmişdir. Bir müddət amerikalı müğənni Dayana Rossla birlikdə çıxış etmişdir.

Tələbəlik illərində Real Madrid futbol klubunun gənclərdən ibarət komandalarından birinin qapıçısı olmuşdur. Lakin 1963-cü il sentyabrın 22-də düşdüyü avtomobil qəzası onun futbolçu karyerasına son qoymuşdur.

Xulio İqlesias 2 dəfə evlənmişdir. Birinci həyat yoldaşı İzabel Preyslerlə evliliyindən 3 uşağı var: qızı Mariya İzabel, oğlanları Xulio İqlesias və atasının yolunu davam etdirən məşhur müğənni Enrike İqlesias. İkinci həyat yoldaşı Miranda Reynsburgerlə 20 il birgə yaşasa da, yalnız 2010-cu ilin avqust ayında rəsmi evlənmişdir. Miranda ilə birgə ailə həyatından Xulionun 5 uşağı dünyaya gəlmişdir: oğlanları Migel Alehandro, Rodriqo və Gilyermo, əkiz qızları Viktoriya və Kristina.

Müğənninin rəsmi saytında verilən məlumata görə, 2010-cu il 1 noyabr tarixinədək onun 300 milyon albomu satılmışdır. 2011-ci ilin martında isə onun ən məşhur hitlərinin toplandığı "Numero 1" adlı albomu satışa çıxarılmışdır.

Müğənni 1999-cu ilin iyul ayında Bakıda iki günlük konsert proqramı ilə çıxış etmişdir.[4]

2013-cü il aprelin 1-də Pekində müğənniyə iki tarixi mükafat verilmişdir. Onlardan biri Ginnesin Rekordlar Kitabının "Ən çox mahnısı satılan ispandilli müğənni" mükafatı, digəri isə "Sony Music China" şirkəti tərəfindən təqdim edilən "Çində bütün dövrlərin Birinci və Ən məşhur beynəlxalq müğənnisi" mükafatıdır.

Diskoqrafiya
Yo Canto (1969)
Gwendolyne (1970)
Por una mujer (1972)
Un Canto a Galicia (1972)
Soy (1973)
Und das Meer singt sein Lied (1973)
A Flor de Piel (1974)
A México (1975)
El Amor (1975)
América (1976)
En el Olympia (1976)
Se mi lasci, non vale (1976)
Schenk mir deine Liebe (1976)
A mis 33 años (1977)
Sono Un Pirata, Sono Un Signore (1978)
Emociones (1978)
Aimer La Vie (1978)
Innamorarsi alla mia età (1979)
A vous les femmes (1979)
Hey! (1980)
Sentimental (1980)
Amanti (1980)
De niña a mujer (1981)
Fidèle (1981)
Zartlichkeiten (1981)
Minhas canções preferidas (1981)
Momentos (1982)
Momenti (1982)
Et l'amour créa la femme (1982)
In Concert (1983)
Julio (1983)
1100 Bel Air Place (1984)
Libra (1985)
America (1986)
Un Hombre Solo (1987)
Un Hombre Solo (Brasil) (1987)
Tutto l'amore che ti manca (1987)
Non Stop (1988)
Raíces (1989)
Latinamente (1989)
Starry Night (1990)
Calor (1992)
Anche senza di te (1992)
Crazy (1994)
La carretera (1995)
Tango (1996)
Mi Vida-Grandes Exitos (1998)
My Life: The Greatest Hits (1998)
Noche de cuatro lunas (2000)
Una donna può cambiar la vita (2001)
Ao Meu Brasil (2001)
Divorcio (2003)
Love Songs (2003)
En français (2004)
Love Songs – Canciones de amor (2004)
L'homme que je suis (2005)
Romantic Classics (2006)
Tango (Remastered) (2006)
1100 Bel Air Place (Remastered+Bonus Track) (2006)
Quelque chose de France (2007)
Que c'est triste Venise (avec/ft. Charles Aznavour; 2008)
Nathalie-The best of Julio Iglesias (2010)
Original album classic (2010)
The Essential: Julio Iglesias (2010)
Numero 1 (2011)


Yeri: https://az.wikipedia.org/wiki/Xulio_İqlesias

[Edited at 2023-01-24 06:05 GMT]
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 19:59
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
. Jan 24, 2023

Konyaspor'un geleceği...


Yazı: Ado
24 Ocak 2023

Konyaspor tuttuğum takımdır Türkiye'de taa o meşhur "tabutlu" maçtan beri. Tarihi boyunca birçok badire atlattı bu takım. Acısıyla-tatlısıyla 100 yılı devirdi. Aslında kuruluşu Alaaddin Keykubat devrine bile dayandırılabilirdi ama değerli rakipleri üzerinde çok ezici etki yaratırdı ve gerek de yoktu. Resmi kuruluş 1922.
....
Günümüzde Türkiye siyasetinin
... See more
Konyaspor'un geleceği...


Yazı: Ado
24 Ocak 2023

Konyaspor tuttuğum takımdır Türkiye'de taa o meşhur "tabutlu" maçtan beri. Tarihi boyunca birçok badire atlattı bu takım. Acısıyla-tatlısıyla 100 yılı devirdi. Aslında kuruluşu Alaaddin Keykubat devrine bile dayandırılabilirdi ama değerli rakipleri üzerinde çok ezici etki yaratırdı ve gerek de yoktu. Resmi kuruluş 1922.
....
Günümüzde Türkiye siyasetinin "her alanda olayım-göstereyim gücümü" anlayışı (bence anlayışsızlığı) ne yazıkki taraftarı olduğum bu büyük çınarda yaralar açtı. Anlatacak çok şey var ama şu önemli: Spora siyaset karıştırılması, hele hele kör göze parmak sokar gibi... Çok acıklı bir durum.

Büyükşehir belediye başkanları elbette ki şehrinin takımına destek olmalı. Bunda hayret edecek bişey yok yanee. Ama bu desteği verirken taa Hilmi Kulluk döneminde başlatılan 1 adaylı, şeffaf olmayan kongrelerle çok uzaklara doğru yol alınamaz. Diyeceğimi zaten sosyal medyada dedim. Burada çok ayrıntıya girip başınızı şişirmek istemem.

Konyaspor bağımsız, siyasetsiz yönetime kavuşmalı. Elbette herkesin oy attığı, gönlünün sultanı olan siyasi parti ve/veya liderleri olabilir. Amenna. Ama bunu siyasetin emir kulu + atamalarıyla yapmamak gerekir. Bırakalım kongre karar versin. Mevcut yönetim derhal istifa etmelidir. Sebepleri Konyaspor kamuoyu gayet iyi biliyor...

Bana sorsalar kulübü geçmişte Süper denilen lige çıkaran, sonraki tarihlerde de yok olmaktan kurtaran Şemseddin Beştav başkanlık görevini layıkıyla yapabilir. Aday olmak istemezse de elbette Konyaspor camiasına her türlü desteği ömrü boyunca yaptığı gibi yine verecektir. Yaşanan şu hengameli günlerde beni en çok etkileyen Şemseddin beyin kızı hanımefendinin "babam yüzünden çocukluğumuz Konyaspor' a feda oldu" mealindeki sözleri idi. Bu söz hala yankılanır beynimde...

Şeffaf, taraftara danışan, sorunları çözme odaklı, altyapıyı adam edecek yönetime ihtiyacımız var. Konyaspor ortada filan kalmaz kimse endişelenmesin. Babamız dahi seçilse her türlü denetimlerimizi zamanında yapacağız biz de taraftar olarak. Doğruya doğru, yanlışa yanlış deyeceğiz, bildiklerimizi önereceğiz.

Siyaset artık elini çekmeli spor kulüplerinden. Nazikçe yazdım bakın.

Vicdanlı günler dilerim hepimize.



▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄

--Alıntı--

‘Konyaspor’u zenginler kulübü yapmayacağız’



Kaynak: => https://www.konyayenigun.com/spor/konyasporu-zenginler-kulubu-yapmayacagiz-h182747.html


Konya Yeni Gün - YUNUS ALTINBEYAZ / MUHAMMED SAYDAM
01 Ağustos 2018 Çarşamba 16:42


Konyaspor’un bütün kritik süreçlerinde izi olan bir isim. 1987-88’de ilk kez Süper Lig’e çıkılan sezonun mimarlarından. Şaşalı KOMBASSAN döneminde de var. Hatta 2003 şampiyonluğu öncesi kulüp kapanmasın diye canını dişine takan kayyum heyetinin başındaki isim

Ancak yeni nesil onu son genel kurulda ses getiren konuşması ile tanıdı. Eleştirilerini muhataplarına, olması gereken yerde, yani genel kurulda söyledi. Tepki gösteren de oldu, destekleyen de. Özellikle genç taraftarlar onu merak ediyordu. Şemsettin Beştav Konya Yenigün’e konuştu

Devletlerin, büyük kurumların, camiaların güçleri kriz dönemlerinde belli olur. Her şey olağan seyrinde ilerlerken görülmez bazı şeyler. O yüzden arada rakipler sanal krizlerle birbirlerinin kabiliyetlerini test ederler. Konyaspor’un en büyük sıkıntılarından biri de bu olarak görülür. Her şey normalken belki de olduğundan daha güçlü görünen yeşil beyazlı camia, kriz atmosferlerinde, olağanüstü dönemlerde, camiayı çekip çevirecek, sözü ve duruşu ile deprem geçen kadar toplumu infialden uzak tutacak, ‘ağır ağabeyler’in eksikliğini hisseder. Aslında köksüz bir camia olduğundan değildir eksiklik. Sadece küstürülmüştür eskiler. Yıllarca kulübe hizmet etmiş, zor zamanlarda gelip varlığı ile rahatlatacak isimler uzaklaştırılmıştır bir bir.

Bazıları var ki bu kısır döngüye direniyor. Konyaspor tarihinin önemli figürlerinden Şemsettin Beştav… Eski yönetimin genel kurul üyeliğinden atamadığı, küstüremediği Beştav, son yapılan genel kurulda yaptığı çıkış ve kürsüden derin itirazlar içeren konuşması ile genel kurula damgasını vurmuştu. Özellikle onun dönemine yetişememiş genç taraftarlar onu merak eder olmuştu. 87-88 şampiyonluğunun mimarlarından, KOMBASSAN döneminin önemli figürlerinden, 2002’de kapanmanın kıyısından dönen Konyaspor’u kurtaran kayyum heyetinin içindeki isimlerden biri olan Şemsettin Beştav Konya Yenigün’e konuştu.

Mesaj net: Konyaspor’un zenginler kulübü haline getirilmesine izin vermeyeceğiz!

Şemsettin Beştav kimdir?

1955 Konya doğumluyum. Konya Büyükşehir Belediyesi’nde 25 yıl çalıştıktan sonra emekli oldum ve 17 yıldır sigortacılık yapıyorum. Konyaspor ile tanışmam küçük yaşlarda futbol oynamam sayesinde. Konyaspor futbol okulu, genç takım ve amatör takımda olmak üzere 10 yıl futbol oynadım. Memuriyet, askerlik derken profesyonel hayatı tercih etmedim. Konyaspor’da iki dönem yöneticilik yaptım. İlki 1987-88 sezonu, Konyaspor’un ilk şampiyon olduğu sezon. Eski tabir ile genel kaptanlık, yani futbol şube sorumlusu olarak görev yaptım. O sene Konyaspor’u 1. Lig’e, şimdiki adı ile Süper Lig’e taşıdık.

Konyaspor’u tarihinde ilk kez şimdiki adıyla Süper Lig’e taşıyan isimlerden birisiniz. O dönemi anlatabilir misiniz?

O dönem ben Konya Büyükşehir Belediyesi’nde personel müdürü olarak görev yapıyordum. Rahmetli Konya Valisi Kemal Katıtaş, Konyaspor’un anahtarını Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Öksüz’e teslim etti. Önceki sezon Konyaspor lige yükselemediği için büyük olaylar çıkmış ve bir sezon boyunca saha kapatma cezası almıştı. Başkan Ahmet Öksüz, yardımcısı Ali Ataman ve beni çağırarak Konyaspor’u belediyenin yöneteceğini bildirdi. Biz de kabul ettik. İçimizde Konyasporluluk ruhu olduğu için düşünmedik hiç. Önceki sene yaşanan olaylarda dolayı eski yöneticiler ve taraftar gruplarından birçok kişi hapse girmişti. Ana Vatan Partisi’nin binası taşlandı, araçlar devrildi. Büyük olaylar yaşanmıştı.

Futbolun yönetimi tamamen size mi verildi?

Biz göreve geldikten sonra yeni bir yönetim oluşturduk. Konya’nın zenginlerinden oluşan bir yönetim geldi. Sağ olsunlar Ali Ataman ile bana hiç karışan olmadı. İkimizi yürüttük işleri. Tabi ilk olarak iyi bir teknik direktör ile anlaşmak gerekiyordu. Benim aklıma ilk olarak Özkan Sümer geldi. Bunu belediye başkanımıza söyledim. Trabzon’a gidip görüşmemizi söyledi. İki arkadaşımız ile gittik Özkan Sümer’in yanına. Hocaya teklif sunduk ancak kendisi takım çalıştırmayacağını belirterek bunu kabul etmedi. Bende, “Hocam biz genciz. Konya’ya döndüğümüzde bizimle bir işi beceremediler diyerek dalga geçerler. Hiç olmazsa Konya’ya gel, tesisler gez, takımın durumuna bak. Yine geri dön” dedim. Bunu da kabul etmedi. Daha sonra Özkan Hoca akşam bizi yemeğe davet etti. Akşam yemeği sırasında Konyaspor’un durumu konuşulurken ben dayanamadım ve ağlamaya başladım. Özkan Hoca şaşırdı ve kendisi de ağlamaya başladı. Yemeğin sonunda bizi otele bıraktıktan sonra, “Tamam Konya’ya geleceğim sizin gönlünüzü alacağım” dedi. Biz çok mutlu olduk arkadaşlarla.

Peki nasıl ikna oldu?

Özkan Sümer Konya’ya geldi. Onun gelmesiyle şehir ayağa kalktı. Kendisine çok büyük ilgi alaka vardı. Stadyumu ve Zafer’deki kulüp binası gezdirdik. Hocanın da aklı yatmaya başladı. Teklifi kabul etti ama, “Bu çok zor bir durum. Ben her şeyi bırakıp geleceğim. O yüzden Galatasaray’da Jupp Derwall ne kadar ücret alıyorsa 1 Milyon fazlasını isterim” dedi. Yönetici arkadaşlarla aramızda istişare ettik. O dönemin en uygunu o olduğu için ve Konyaspor’un durumunu düşündüğümüzde başka çare olmadığından kabul ettik. Çünkü birçok oyuncumuz kaçıp gitmişti, sahamız bir sezon boyunca kapalıydı. İmza töreninin Ankara’da yapılmasını istedi. Gazeteciler Derneği’nde imza attık. Törene tecrübeli gazeteciler de katıldı. Önceki sene yaşanan olayları dile getirerek ‘neden kabul ettiniz’ dediler. Ama Özkan Hoca onlara en güzel cevapları verdi. Orada bize ümit doğdu. Hocaya güvenimiz arttı.

Peki ya transfer?

Transfer çalışmalarına başladık hemen. 7 tane kiralık oyuncu getirdi Özkan Hoca. Galatasaray’ı arayarak Suat’ı (Kaya) özel olarak istedi. Bonservis ücretinin ne kadar olacağını sordular. O da, “Siz gönderin gerisini sorun etmeyin” dedi. Suat, Konya’ya geldi bonservisi ile. Burada 5 yıl oynadı. Galatasaray’a hiçbir ücret ödenmedi. 5 yıl sonra Konyaspor, Suat Kaya’yı Galatasaray’a satarak para kazandı. Bunlar hep Özkan Hoca’nın sayesinde oldu. Kiralık oyuncularda da Özkan Hoca’yı duyan herkes geldi.

Saha kapatma cezası devam ediyordu. Peki bu durum nasıl aşıldı?

Sezon başlamadan önce 1 yıl olan saha kapatma cezasının düşürülmesi için girişimlerde bulunuldu. ANAP’ın Başkan Yardımcısı olan Konyalı Mehmet Keçeciler, Turgut Özal devreye girdi. Dönemin Türkiye Federasyon Başkanı yine kabul etmedi. Ancak onun olmadığı bir gün federasyon toplantı yaptı ve Başkan Vekili Halim Çorbalı öneriyi kabul etti. Saha kapatma cezamız 5 maça indi. Dışarıda oynadığımız 5 maçta iyi sonuçlar alamadık ama sonrasında toparlandık ve sezon sonunda şampiyon olduk. Tabi o süreçte çok çileler çektik. Gelirler düşüktü. Konyalıların çok yardımı oldu bize. İş adamları yardım etti. Belediyenin de imkanları ile takımı 1. Lig’e çıkardık. Hatta bir dönem, başka bir iş adamının üzerinden kredi çektik takım için. O şartlarda Konyaspor şampiyon oldu.

Sezon sonu yönetimi bıraktınız. Bu süreç nasıl gerçekleşti?

Lige çıkınca yine transfer yapmak gerekiyor tabi. Ali Ataman ağabey ile o işleri de yaptık. O dönem çok güzel transferle gerçekleştirdik. Futbolu kaçırmak meşhurdu. Bonservis bedelini verdiğin zaman hemen alabiliyordun. Biz de 5 tane futbolcu kaçırdık. O transferler uzun süre Konyaspor’da oynadı. Biz daha sonrasında görevimizi bıraktık belediyede çalıştığımız için. Aynı zamanda kulüp başkanı olan Ahmet Öksüz de başkanlığı bıraktı.

Ya ikinci dönem?

Konyaspor’daki ikinci dönemim ise 2000 yılında oldu. Kombassan dönemi. Teknik Direktör Rıdvan Dilmen ile çalıştık. Belediyeden arkadaşlar yönetimdeydi yine. Mevlüt Sarı başkanlığında bir yönetim oluştu. 1 sene başkan yardımcılığı ve futbol şube sorumluluğu yaptım. Rıdvan Dilmen 6 ay çalıştı başarılı olamadı ve ayrıldı. O şartlarda Konyaspor terfi maçlarına katıldı. Ancak oradan elendi. Adanaspor’a yenildik. Ve sezon sonunda bıraktık görevi.

2003 şampiyonluğunda da payınız var. O süreci de anlatabilir misiniz?

Konyaspor’un tarihini yazmışlar ancak birçok yanlışlık var içinde. Kayyumdan bahsedilmemiş bile. 2002 yılında Konyaspor’da denetle kurulundaydım. Kulüpten muhasebeci İsmail Has aradı ve kulübe çağırdı. Bana, “Herkes istifa etti. Bir tek sen kaldın. Sen de istifa edersen kulüp kapanacak” dedi. Şaşırdım ben de. Kapanmaması için ne yapmak lazım dedim. “Senin kayyum olarak atanman gerekiyor” dedi. Ben de hemen adliyeye gittim. Orada avukat Mehmet Kart ağabeyimiz bana yardımcı oldu. Kayyum için dilekçe yazdık. Heyet oluşturulması gerekiyormuş. 4 kişi daha buldum. Hikmet Çay, Aziz Mavi, Mehmet Kart, Cevdet Özer ağabeylerimizi çağırdım. Ve 5 kişi kayyum heyeti olarak atandık. Ben 26 gün boyunca orada kulübü yönettim. O gün istifa etsem Konyaspor kapanacaktı. Kulüpte o gün hiçbir şey yoktu. Ne ihtiyaç varsa tanıdıkları aradım. Hepsi sağ olsun yardımcı oldu. Kulübe yakıt alındı, yemek gönderildi. Konyalılar Konyaspor’a sahip çıktı. Taraftarımızın da açlık grevi yaptığı dönem. Rahmetli Recep Kum vardı. Gerçek Konyasporlular onlar.

Ben Vali Bey Ahmet Kayhan’ın yanına çıktım. Konyaspor’un zor durumda olduğunu ve sahip çıkılmazsa kapacağını söyledim. Vali bey beni fırçaladı. “Ne uğraşıp duruyorsun. Kapanırsa kapansın. Bizim derdimiz Konyaspor değil. En büyük dert zaten Konyaspor” dedi. Sonrasında biz yeni bir karar aldık genel kurula gidilmesi için. Belediye Başkanımız Mustafa Özkafa ile görüştük. Mehmet Köseoğlu aday gösterildi. Toplantılar yapıldı. Yeni yönetim oluşturuldu. Yeni kadro kuruldu. Şansımız yine yaver gitti ve yine Konyaspor şampiyon oldu o sezon. Kimse bize teşekkür etmedi ama Konyaspor’un kurtulması bize yetti.

Son genel kurula damganızı vurdunuz. İtirazlarınız tepki aldığı kadar büyük de destek gördü. Özellikle sosyal medyada genç taraftarlar sizi merak etti. O çıkışınızın amacı neydi?

Konyaspor’un bütün genel kurullarına ben konuşma yaparım. Çünkü bizim görevimiz bu. Sadece benim değil bütün delegelerin konuşması gerekiyor. O gün hesap sorma vakti. Yoksa sosyal medyadan eleştirmişsin, başka yer konuşmuşsun. Bunların önemli yok. Oraya gidip hesap sormamız gerekir. 5 sene önce genel kurulda, delegelerin aidat olarak 50 TL değil 500 TL vermesi kararlaştırıldı. Ben buna karşı çıktım. “Kimse veremez o parayı. Sizde delegeleri silersiniz. Zenginler kulübü yapmayacağız Konyaspor’u” dedim. Kabul edilmedi bu. Sonrasında ise 500-600 kişi sildiler. 193 delege var şu an. Ücret ödüyorlar mı? Hayır. Onları da başkan adayları ödüyor. Şu an Amatör Spor Kulüpleri Federasyonu’ndan 55 kişi var. Derebucaklılar’dan 20 kişi var. Onlar verdi mi 500 TL. Vermediler. Başkan adayları verdi. Çok yanlış bir yapı bu.

Sizi rahatsız eden bu yapı mı?

Eskiden 950 üyemiz vardı. Yaklaşık 800 kişi silindi. Bunların hiçbiri mi vermedi aidatı? Önceden bir tezgah olduğunu düşünüyorum ben. Kendi adamlarını getirdiler. Seçimleri öyle kazandılar. Son değil bir önceki genel kurulda da aynı şey oldu. Ben ilk oturumda seçim yapılmaz diyerek gitmedim. Apar topar Amatör Spor Kulüpleri Federasyonu’ndan üye yapılmış, paraları ödenmiş. İlk turda Ahmet Şan’ı seçtiler. Hilmi Kulluk’un seçilmesi de öyle oldu. 55 ASKF, 20 Derebucaklılar, 20 tane de kendi üyen varsa garantilemiş oluyorsun zaten.

Tepkiniz daha çok Ahmet Şan’a yönelik mi?

Benim rahatsızlığım bu yapıya. Bir de hesap sormuyor kimse. Onların da çıkıp anlatması gerekiyor. Ahmet Tarhan delege olmamasına rağmen kulübü mahkemeye vermiş. Ben şahsen utandım hesap sormadığım için. Kendisi 5 tane avukat tutmuş. Tebrik ediyorum. Bizim genel kurul üyelerimiz konuşmuyor. Sonra çıkıp mahkeme bizim lehimize sonuçlandı dediler. 1 senede mahkeme sonuçlanır mı? Neden yalan söylüyorsunuz. Valilikte komisyon kurulmuş. Bütün hesaplar inceleniyormuş. Bunlar ne kadar çirkin şeyler. Sen Konyaspor’u sebeplendireceğine kendin sebeplenmişsin. Konyaspor sana çok şey katmış. Sen hiçbir şey katmamışsın. Böyle bir menfaat olabilir mi? Ahmet Şan Konyaspor başkanı olmasaydı kim tanırdı Ahmet Şan’ı. Bunlar bütün başkanlar ve yöneticiler için geçerli. Konyaspor’daki sıkıntı bu.

Eski başkan Ahmet Şan konuşurken ayağa kalkıp itirazda bulundunuz. Toplum sizi o görüntü ile hatırlıyor. Sizi buna iten neydi?

Ahmet Şan, 15-20 dakika konuştu. Sonrasında da, “Bana iade-i itibar verildi” dedi. Ben buna sinirlendim. Sana kim verdi kardeşim iade-i itibarı? Verecek olan genel kurul ve taraftar. Verdi mi bunlar? Bir öneri verilir kabul edilirse amenna. Ben tepki gösterince taraftar alkışladı. Demek ki taraftar sana hiçbir şey vermemiş. Kendi kendine perişan etti. Daha önce de söyledim. Kendisi en başarılı başkandı. Kendi yaptıkları için kendi ayağına sıktı. Kesinlikle FETÖ veya İzmir Marşı olaylarını söylemiyorum. Tamamen sportif hatalarını konuşuyorum. Aykut Hoca’yı 2,5 sene boyunca mahvettiler. Adamı göndermek için neler yaptın. Ama Aykut Hoca o şartlarda başarılı oldu. Aykut Kocaman Ahmet Şan’a rağmen başarılı oldu. Hala da adamı çağırıyoruz. Gelir mi artık? Gelmez.

O çıkışınızdan sonra nasıl tepkiler aldınız?

Genel kurulda ben eleştirdikten sonra kimse yanıma gelmedi. Ahmet Şan, “Ben sana hakkımı helal etmiyorum” dedi. Bende, “Senin ne hakkın olacak bende. Asıl ben hakkımı helal etmiyorum. Senin son kullanma tarihin dolu. Tedavülden kalktın” dedim. Bunlara basında çok yer verilmedi. Ama gerçeklerin konuşulması ve yazılması gerekiyor.

Bu yapı nasıl değişecek?

Kongrelerde bu tür yanlışlar devam ederse, her zaman aynı şey olur. Yanlışlar devam eder gider. Ayrıca Mehmet Baykan’ın divan başkanı olması yanlış. Kongreden önce Mehmet Baykan’a, “Sen şu an tarafsın. Hilmi Kulluk’u getireceksiniz. Ben biliyorum. Taraf tutma. Tarafsız yönet” dedim. Sonrasında kongrede ben oy kullanmayacağım dedi. Ben onları söyleyince bunu yaptı. Kongrede Mehmet Baykan, tarafsız kalmadı diye düşünüyorum. Divan başkanlığı da yapmaması gerekiyordu. Ben konuşma yaparken, Konyaspor’dan Samsunspor’a giden 6 Milyon TL’yi sordum. Onu dedikten sonra Baykan, süren doldu diyerek sözümü kesti. Ondan sonra ipler koptu zaten. Bize bu işin Konyaspor’un menfaatine olduğunu söylüyorlar. Ne çıkarı varsa kulübün ben anlayamadım. Çıksınlar açıklasınlar.

Seçiliş usulüne karşı çıktığınız yeni yönetimin performansını nasıl buldunuz peki?

Yeni yönetimi yaptığı işlerden dolayı tebrik ediyorum. Doğru işler yaptılar takip ediyorum. Destekliyorum da. Store kangren olmuştu. Şimdi devredildi. Bu güzel bir çalışma. Şirketleşme olayına el atıldı. Bu da çok iyi oldu. Sponsor konusunda çalışmaların olması gerekiyor. Siyasilerden faydalanmak lazım. Siyasi yardım alınmazsa sponsor bulmak çok zor. Daha önce Torku olmuştu. Paralarını farklı yerlerde kullandılar vazgeçti.

Ya Rıza Çalımbay?

Tabi bir de Rıza hocanın konuşmalarına dikkat etmek gerek. Çok yanlış şeyler söylüyor. 4 transfer yeter demişti. Şimdi 4 tane daha istiyor. Bütçeye dikkat edilmesi lazım dedi ama 4 oyuncu daha alırsak bütçemiz perişan olur. Özel işlere çok girmemesi gerekir. Saha içini konuşması daha uygun.

Taraftara bir mesajınız var mı?

Taraftarın transferler konusunda biraz daha sakin olması lazım. Şimdi tam destek zamanı. Görmeden çok eleştirmek yanlış. Stadımızı doldurmak gerekiyor. Futbolcunun desteğe ihtiyacı var. Destek ver ondan sonra istediğin gibi eleştir. Taraftarımız çok iyi ama biraz daha olgunlaşmak gerekiyor.
▄▄

YUNUS ALTINBEYAZ / MUHAMMED SAYDAM Son Güncelleme: 01.08.2018 19:45


Kaynak:> https://www.konyayenigun.com/spor/konyasporu-zenginler-kulubu-yapmayacagiz-h182747.html




[Edited at 2023-01-24 10:23 GMT]
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 19:59
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
-+/x Jan 25, 2023

-/Tümüylen alıntıdır-/

Dil Olmadan Düşünmek Mümkün mü?


Yazı: Melike Üzücek
25/01/2023 Güncelleme 25/01/2023

Dil, dünyayla etkileşimimizin neredeyse her yönüne öylesine nüfuz etmiştir ki, ona sahip olmamanın nasıl bir şey olduğunu hayal etmek zordur. İnsanlar on binlerce hatta belki de yüz binlerce yıldır düşüncelerini dille ifade ediyor. Öyle ki uzun yıllar boyunca dili, insanları diğer hayvanl
... See more
-/Tümüylen alıntıdır-/

Dil Olmadan Düşünmek Mümkün mü?


Yazı: Melike Üzücek
25/01/2023 Güncelleme 25/01/2023

Dil, dünyayla etkileşimimizin neredeyse her yönüne öylesine nüfuz etmiştir ki, ona sahip olmamanın nasıl bir şey olduğunu hayal etmek zordur. İnsanlar on binlerce hatta belki de yüz binlerce yıldır düşüncelerini dille ifade ediyor. Öyle ki uzun yıllar boyunca dili, insanları diğer hayvanlardan ayıran bir unsur olarak gördük.

Gelin beraber düşünelim, ya şeyler için isimlerimiz olmasaydı? Ya açıklama yapma, soru sorma veya gerçekte olmayan şeyler hakkında konuşma yeteneğimiz olmasaydı? Sizce yine de düşünebilir miydik? Yani dil olmadan düşünmek mümkün olur muydu? Düşünebilirsek, düşüncelerimiz nasıl olurdu?

Dil olmadan düşünmenin mümkün olup olmadığının cevabı, düşünme ile neyi kast ettiğimize bağlıdır. Duyumları, izlenimleri, duyguları dil olmadan deneyimleyebilir miyiz? Cevap evet, deneyimleyebilirsiniz. Çünkü acıyı ve ışığı deneyimleyebilmek ile acı ve ışık kavramları arasında fark vardır.

Yine de bilim insanları uzunca bir süre dil olmadan düşünemeyeceğimize inanıyordu. Ancak yeni kanıtlar araştırmacıları, nasıl düşündüğümüz ve dilin bu süreçte ne gibi bir rol oynadığı konusundaki eski varsayımlarını yeniden gözden geçirmeye teşvik etti.

Dil Olmadan Düşünenler Var
Birçok sanatçı ve bilim insanı, çalışırken karşılaştıkları bir problemi çözecekleri zaman kelimeleri değil, görselleri kullandığını ifade ediyor. İşitme engelli ve dolayısıyla da dilden kopuk insanların, dili kullanmadan düşünebildiklerine dair kanıtlar da bulunmaktadır.

Nikaragua’daki işitme engelli öğrenciler kendi aralarında oluşturdukları işaret diliyle anlaşmaktadır. Diğer işaret dillerinden oldukça farklı ve doğal olarak oluşmuş olan bu işaret dili, birçok dil bilimcinin ilgisini çekmiştir.
Nikaragua gibi dil modeli olmayan yerlerde işitme engelli öğrencilerin geliştirdiği işaret dilleri, sadece duyusal izlenim veya pratik problem çözmenin çok ötesine geçen düşünce türüne örnektir.

Dil Olmadan Düşünebildiğimizin Bilimsel Kanıtı Var mıdır?
Bu konu hakkında çok sayıda araştırma ve deney yapılmıştır. Ve bu araştırmaların sonucunda bugün bilim insanları, dil olmadan düşünebileceğimizi söylüyorlar. Örneğin; bilim insanları araştırmalardan birinde her insanın bir iç sese sahip olmadığını keşfettiler.

Yani bu insanlar, kafalarının içinde kendileriyle konuşamıyorlar. Eğer sizde böyle bir durum söz konusu değilse hayal etmek zor gelmiş olabilir. Bilim insanları başka bir çalışmada ise insanların sözsüz mantık problemlerini çözerken beyinlerinin dil bölgelerinin aktifleşmediğini tespit ettiler. ( Detaylar: Zihin Gözü Körlüğü: Aphantasia ( Afantazya) Nedir? Neden Bazı İnsanlar Hayal Kurmakta Zorlanır?)

Bununla birlikte, bazı araştırmacılar dile ve düşünce arasındaki bağlantıyı daha iyi gözlemleyebilmek adına yeni teknolojiler geliştirmeye çalışıyor. Fonksiyonel manyetik rezonans (fMRI) ve mikroskopi gibi yöntemler, bu konuda onlara yardımcı oluyor. Bu teknolojiler sayesinde bugün beyinciğin dengede, oksipital lobunsa görmede rol aldığını biliyoruz.

Wernicke alanı ile Broca alanı beynin dil ve konuşmadan sorumlu olan bölgeleridir. Broca alanının görevi dilin ve konuşmanın üretimidir. Wernicke alanı ise konuşmaları anlamamızda ve konuşurken doğru kelimeleri seçmemizde görevlidir.

Eğer dil, düşünme için kritik öneme sahipse düşünmeye başladığımızda nöronlarımızda bazı değişiklikler olmalıdır. Başka bir deyişle, eğer dil düşünme için gerekliyse dil işlemeyle görevli beyin bölgeleri biz bir sorunu çözmek için akıl yürütmeye başladığımızda aktifleşmelidir.

Bilim insanları tam da bu hipotezleri test etmek için bir deney tasarladılar. Deney katılımcılarına sudoku veya kelimesiz bir mantık problemi (Örneğin görsellerle anlatılan bir cebir problemi gibi) verdiler. Daha sonra araştırmacılar, katılımcılar bulmacayı çözerken fMRI ile onların beyinlerini incelediler. Deneyin sonucunda katılımcıların beynin dille ilişkili bölgelerinin aktifleşmediğini tespit ettiler. Yani katılımcılar soruları çözmek için dil kullanmadan düşünebiliyorlardı!

Sonuç Olarak;
Bilim insanları dilin insan bilişi için sandığımız kadar gerekli olmadığını; bunun da afazi gibi belirli nörolojik durumları anlamak için önemli bir bulgu olduğu görüşündeler. Ancak dil olmadan mümkün olmayan düşünme biçimleri de bulunmaktadır. Kısacası; dil olmadan düşünmek mümkündür fakat bu, düşünmenin dilsiz daha kolay olduğu anlamına gelmemektedir.

--------------------------
Kaynaklar ve İleri Okumalar

Can we think without using language? ; Bağlantı: Can we think without using language? | Live Science ; Yayınlama tarihi: 19 Haziran 2022
Is It Possible To Think Without Language? ; Bağlantı: Is It Possible To Think Without Language? | Mental Floss ; Yayınlanma tarihi: 23 Mayıs 2013

-------------------------
Size Bir Mesajımız Var!
Matematiksel, 2015 yılından beri yayında olan ve Türkiye’de matematiğe karşı duyulan önyargıyı azaltmak ve ilgiyi arttırmak amacıyla kurulmuş bir platformdur. Sitemizde, öncelikli olarak matematik ile ilgili yazılar yer almaktadır. Ancak bilimin bütünsel yapısı itibari ile diğer bilim dalları ile ilgili konular da ilerleyen yıllarda sitemize dahil edilmiştir. Bu sitenin tek kazancı sizlere göstermek zorunda kaldığımız reklamlardır. Yüksek okunurluk düzeyine sahip bir web sitesi barındırmak ne yazık ki günümüzde oldukça masraflıdır. Bu konuda bizi anlayacağınızı umuyoruz. Ayrıca yazımızı paylaşarak veya Patreon üzerinden ufak bir bağış yaparak da büyümemize destek olabilirsiniz. Matematik ile kalalım, bilim ile kalalım.

Matematiksel
------------------------------------------
Bu Yazılarımıza da Bakmanızı Öneririz
Kazayla Gelebilen Zeka: Savant Sendromu
28/06/2016
Büyük Beyinlerimizi Çöp DNA’ya Borçlu Olabiliriz!
23/01/2023
Küçük Değişiklikler İle Beyin Sağlığınızı Koruyabilirsiniz
12/07/2020
Kas Hafızası: Kaslarınız Bir Beceriyi Gerçekten Hatırlıyor mu?
15/08/2022

Melike Üzücek
Ankara Fen Lisesi'nden mezun oldum. Erdemli insanların yetişmesinde en önemli unsurun eğitim olduğunu düşündüğüm için lisans eğitimime matematik eğitimi üzerinden devam ediyorum. Kitap okumayı yazarların zihinlerine, düşünce dünyalarına girmek olarak gördüğümden kitap okumak benim için boş zaman aktivitesinden çok daha farklı bir konumdadır. Araştırma yapmayı ve sorgulamayı seven biriyim. Matematik ve biyoloji başta olmak üzere felsefe, astronomi, modern fizik ile ilgileniyorum.


Yeri: https://www.matematiksel.org/dil-olmadan-dusunmek-mumkun-mu/


▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


2200 Yıllık Bilgisayar Antikythera Hakkında Geçen Yüzyılın Ardından Ne Biliyoruz?


Yazı: Sibel Çağlar
09/12/2018 Güncelleme 18/01/2023

1901 yılında keşfedilen ve dünyanın ilk bilgisayarı olarak kabul edilen Antikythera Mekanizmasının sırrı, geçtiğimiz aylarda anlaşıldı. Detaylara geçmeden önce konuya yabancı olanlar için kısa bir ön bilgi verelim.

Antikythera mekanizması, astronomik hesaplamalar yapma yeteneği nedeniyle bazen dünyanın en eski bilgisayarı olarak adlandırılan, ayakkabı kutusu büyüklüğünde eski bir cihazdır. Günümüzde bu mekanizmanın yaklaşık 2.200 yıl önce inşa edildiğini biliyoruz. Ayrıca elimize orijinal mekanizmanın yaklaşık üçte birini oluşturan 82 parça geçmiş durumda.


Başlangıçta tüm ilgi bulunan heykeller ve diğer şeylere odaklandığından bu gizemli nesne çok ilgi görmedi. Parçalar haline bulunan düzeneğin bir çeşit cihaz olduğu belliydi ancak uzun yıllar boyunca ne işe yaradığı çözüleme­di. 1976’da ünlü Fransız okyanus uzmanı Jacques Cousteau, Antikythera enkazını incelemiş ve geminin bir Roma kadırgası olduğunu açığa çıkmıştı. Geminin büyüklüğü, onun ticaret amacıyla kullanıldığını göstermekteydi.
İlk araştırmacılar, Antikythera mekanizmasının gök cisimlerinin konumunu, ayın evrelerini ve tutulmaların zamanlamasını tahmin etmeye çalışan bir tür mekanik gökyüzü haritası olduğundan şüphelenmişlerdi. 2000 yılında, gökbilimci Mike Edmunds başkanlığında kurulan uluslararası bir araştırma grubu antik düzeneği inceledi. Sonrasında ilk mekanik bilgisayar olduğu sonucuna ulaştı. 2002 yılında yapılan çalışır bir kopya, sadece Ay ve Güneş’in değil, gezegenlerin hareket ve konumlarını da gösterebildiğini ortaya koydu.

Keşfedilmesinden bu yana geçen yaklaşık 120 yıl içinde, Antikythera Mekanizması araştırmacıları sürekli hayrete düşürdü. Geçtiğimiz on yılda, 3D tarama teknolojisi, bir dizi birbirine geçen dişli dahil olmak üzere cihazın iç işleyişini ve mekanizma üzerindeki karmaşık yazıları ortaya çıkarmaya yardımcı oldu. Sonrasında da cihaz bulunan metnin önemli bir kısmının tercümesi yapıldı.

Antikythera Mekanizması Ne Amaçla Yapılmıştı?

Mekanizmanın bilinen tüm paçaları kullanılarak yapılan bir dijital modeli. 82 parçaya bölünmüş bu cihazın sadece üçte biri hayatta kalmış durumda. Bu nedenle onu yeniden inşa etmek sadece bir arkeoloji meselesi değil, aynı zamanda mühendislik, astronomi ve matematik meselesi olarak kabul ediliyor. Artık bilgisayar modeli yapıldığına göre, araştırmacılar önce modern teknikleri kullanarak cihazın çalışıp çalışmadığını kontrol etmek ve ardından eski Yunanlılar tarafından kullanılmış olabilecek teknikleri kullanarak fiziksel versiyonlar yapmak istiyorlar.

Araştırmacılar, makinenin bir zamanlar hem ön hem de arka tarafında takvim kadranları ve yazılar bulunan dikey dikdörtgen bir kasanın içinde bulunduğu tahmin ediyor. Makinenin bir tarafındaki manuel krank, kadranları hareket ettiren dişlileri döndürüyordu.

Böylece onu kullanan herkes belirli bir günde güneşin ve ayın kesin konumunu belirleyebilirdi. Dişli çarklardan en büyüğü güneşin hareketini temsil ediyor. Çarkın bir dönüşü bir güneş yılına karşılık geliyordu. Birinci çarka bağlı diğer çark ise Ay’ın hareketini gösteriyordu. Mekanizma aynı zamanda ay ve güneş tutulmalarının ne zaman olacağını da gösteriyor.

Mekanizmadaki her dişli, göksel bir cismin hareketini gösterir. Görsel: Tony Freeth/UCL
Ancak hala konu ile ilgili çok fazla soru işareti var. Örneğin bu mekanizmanın batan gemide ne işi var? Ayrıca mekanizmanın üçte iki nerede? Paslanıp yok mu oldu, yoksa bir yerlerde bulunmayı mı bekliyorlar? Elbette bu gibi soruların cevaplarını henüz bilmiyoruz.

Bu Mekanizmayı Kim Yaptı?
Mekanizmayı kimin yapmış olabileceği de başka bir tartışma konusu. Bir çok kişiye göre böyle karmaşık bir mekanizmayı yapan kişi Arşimet olmalıdır. Arşimet M.Ö. 300 civarında Sicilya’daki Sirakuza’da yaşadı. Ayrıca kendisi dönemin en büyük mühendisi olarak kabul edilmektedir. Antikythera batık bir Roma gemisinden bulunduğu düşünülünce kurgu uyuşuyor. Arşimet, Syracuse Kuşatması sırasında, icat ettiği silahlar şehri ele geçirmelerini engelleyemeyince Romalılar tarafından öldürülmüştü.

Düzenek günümüzde üç parça halinde bulunmakta. Bu, Yunanistan’ın Atina kentindeki Ulusal Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen 2.100 yıllık Antikythera Mekanizmasının en büyük parçası. (Görsel: Ulusal Arkeoloji Müzesi, Atina, Yunanistan)
Antikythera’nın bir Arşimet icadı olmasını düşündüren şeylerden birisi de daha sonra yazılan notlar. Kuşatmadan 150 yıl sonra Romalı Cicero, Arşimet’in yaptığı düzeneklerinden birini tarif eder. Tarifi yaparken gezegenlerin hareketini hesaplayabilen ve gelecekteki tutulmaların tarihini verebilen bir mekanizmadan bahseder.

Antik Yunanlıların henüz keşfedilmemiş diğer cihazları yapmak için benzer teknikleri kullanıp kullanmadıkları veya Antikythera mekanizmasının kopyalarının olup olmadığı konusunda da gizemler devam ediyor. Antikythera mekanizmasının bulunduğu gemi bir asırdan fazla bir süre önce keşfedilmiş olsa da, enkaz tam olarak araştırılamadı. Bu nedenle hala derinlerde bir yerde keşfedilmeyi bekleyen mekanizmanın başka bir parçasının olması da mümkün.

Günümüzde bu düzeneği görmek isterseniz, Atina’daki Ulusal Arkeoloji Müzesi’ni ziyaret edebilirsiniz. Yanında bulunan çalışır kopyası yardımı ile düzeneği inceleyebilirsiniz. Düzeneğin bir başka kopyasıysa, ABD’de, Montana’daki Amerikan Bilgisayar Müzesi’nde yer alıyor. Yazının devamında göz atmak isteyebilirsiniz: Tarihin İlk Mühendislerinden İskenderiyeli Heron Ve Şaşırtıcı İcatları

Kaynaklar ve ileri okumalar için:
------------------------------------
The Most Mysterious Object in the History of Technology. Yayınlanma tarihi: 20 Haziran 2016; Bağlantı: https://www.theatlantic.com/
Scientists unlock the ‘Cosmos’ on the Antikythera Mechanism, the world’s first computer. Yayınlanma tarihi: 13 Mart 2021; Bağlantı: https://www.livescience.com/

Size Bir Mesajımız Var!
Matematiksel, 2015 yılından beri yayında olan ve Türkiye’de matematiğe karşı duyulan önyargıyı azaltmak ve ilgiyi arttırmak amacıyla kurulmuş bir platformdur. Sitemizde, öncelikli olarak matematik ile ilgili yazılar yer almaktadır. Ancak bilimin bütünsel yapısı itibari ile diğer bilim dalları ile ilgili konular da ilerleyen yıllarda sitemize dahil edilmiştir. Bu sitenin tek kazancı sizlere göstermek zorunda kaldığımız reklamlardır. Yüksek okunurluk düzeyine sahip bir web sitesi barındırmak ne yazık ki günümüzde oldukça masraflıdır. Bu konuda bizi anlayacağınızı umuyoruz. Ayrıca yazımızı paylaşarak veya Patreon üzerinden ufak bir bağış yaparak da büyümemize destek olabilirsiniz. Matematik ile kalalım, bilim ile kalalım.

Matematiksel

Bu Yazılarımıza da Bakmanızı Öneririz
Telefon ve Hesap Makinesinin Tuş Dizilimi Neden Farklıdır?
13/02/2021
Netflix Size Doğru İçeriği Nasıl Sağlar? Netflix Ve Öneri Sistemleri
05/07/2019
Veri Bilimi Nedir? Bir Veri Bilimcisi Olmak İçin Hangi Matematik Konularını Bilmeniz Gereklidir?
21/01/2023
Akıllı Telefonların Pil Ömrü Hakkında 5 Efsane

Sibel Çağlar
Merhabalar. Matematik öğretmeni olarak başladığım hayatıma 2016 yılında kurduğum matematiksel.org web sitesinde içerikler üreterek devam ediyorum. Matematiğin aydınlık yüzünü paylaşıyorum. Amacım matematiğin hayattan kopuk olmadığını kanıtlamaktı. Devamında ekip arkadaşlarımın da dahil olması ile kocaman bir aile olduk. Amacımıza da kısmen ulaştık. Yolumuz daha uzun ama kesinlikle çok keyifli.

Yeri: https://www.matematiksel.org/gizemli-bir-alet-antikythera/



▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


Günümüzün Sorunu: Nepotizm Diğer Adıyla Ahbap Çavuş İlişkisi


Yazı: İlknur Çetinkaya
03/09/2020Güncelleme 19/01/2023

Aldığımız zorlu eğitimlerin devamında, edindiğimiz bilgi ve becerilere göre bir iş bulmak hepimizin ortak hayalidir. Ancak ne yazık ki çoğu durumda bu sadece hayalde kalacaktır. Çünkü bir iş bulma sürecine başka faktörler de dahildir. Bunu biliriz ve bir işe başvurmadan önce iş çevresinden tanıdıklar aramaya başlarız. Aslında bu kişi karşımıza üç biçimde çıkabilir. Bu kişi bazen bir akrabamızdır. Bazen bir arkadaşımızdır. Bazen de politik çevremiz sonucunda ulaşabildiğimiz bir kişidir. Bunlar sırasıyla nepotizm, favorizm ve kronizim ile ilişkilidir.

Günümüz iş dünyasının en önemli sorunlarından birisi kayırmacılıktır. Kayırmacılığın yoğun olduğu kurumlarda, yeteneğe ve bilgi birikimine göre iş bulmak kolay değildir. Çalışanların da, herhangi bir ayrıcalıklı birey ile rekabet halindeyseler, işlerinde yükselmeleri oldukça zordur.

Bu yazıda detaylı olarak “Nepotizm nedir?” sorusuna cevap vereceğiz. Bunun nedeni diğer kayırmacılık türlerinin de temelinde nepotizm ile ilişkili olmasıdır. Zira nepotizmde kayırmaya konu olan şey kan bağı iken; favorizm de eşdost, tanıdıklar; kronizim de ise politik tercihe yakınlıktır.

Akraba Kayırmacılığı – Nepotizm Nedir?

Oğlumun Ofisi; Kayırmacılık biçimleri genel olarak meslek kurallarına aykırı davranışlar içerdiği için eleştiri almış profesyonel olmayan uygulamalardır.
Nepotizm kavramı, Latincede “yeğen” anlamına gelen “nepos” sözcüğünden gelir. Türk Dil Kurumu bu kavramı ‘arkadaş veya akraba kayırma’ şeklinde açıklamıştır. Bu durum, bir kişinin bilgi, beceri ve eğitim düzeyine göre değil sadece kan bağı ve akrabalık ilişkileri temel alınarak istihdam ve terfi ettirilmesidir.

Kavram basitçe kendi aile üyelerini işe almak anlamına gelebileceği gibi, niteliksiz veya vasıfsız aile üyelerini sadece ailevi ilişkiye dayalı olarak işe almak ve ilerletmek anlamına da gelmektedir. Bunlar, işe alma, terfiler, arzu edilen proje atamaları, tercih edilen vardiyalar veya işyerinde açıkça mevcut olan diğer herhangi bir fırsatı içerebilir.

Bu uygulama sadece çalışanları terfi ettirmek için adaletsiz bir yol olmakla kalmaz. Aynı zamanda işveren için fırsatları da sınırlar. Kayırmacılık, bir şirketin özgün ekipler oluşturma, en iyi yetenekleri teşvik etme, organizasyonel işbirliğini geliştirme, paylaşılan bilgiyi genişletme ve genel olarak çalışanları elde tutma becerisini ortadan kaldırır.

Nepotizm aynı zamanda demokrasi ve kurumsallaşmanın önündeki en büyük engellerden birisidir. Nepotizm, geleneksel bağların ve ilişkilerin yoğun olarak yaşandığı ve piyasa mekanizmasının yeterince gelişmemiş olduğu ülkelerde daha yaygın olarak görülmektedir. Aynı zamanda kamu yararını da gözetmez. İşin gerekliliklerine sahip olmayan kişilerin göreve gelmesi sonucunda işlerin kötüye gitmesi kaçınılmazdır.

İş Hayatında İki Tür Nepotizme Rastlanmaktadır

İşletmeler normal koşullarda çalışanlarını seçerken adayın işin gerektirdiği özelliklere uyumu, eğitimi ve deneyimi, sektör ve bölüm bilgisi gibi konuları göz önünde bulundurmaktadır. Ancak söz konusu adayın işletmenin üst düzey yöneticilerinden biriyle veya işletme sahibiyle kan bağı olması, seçimi yapan bölümün objektifliğini kaybetmesine neden olur.
Genel olarak konuşursak, iki tür kayırmacılık vardır: karşılıklı kayırmacılık ve yetkili kayırmacılık. Her ikisi de adaletsiz olsalar da farklı amaçlara hizmet ederler ve arkalarındaki güdüler biraz farklıdır.

Karşılıklı kayırmacılık, bir aile üyesinin mali kaygılar, sadakat sorunları, daha iyi bir aile ilişkisi arzusu veya kültürel normlar (yani kayırmacılığa daha önce izin verilmiş olması) nedeniyle bir pozisyonu kabul etmesidir. Yetki kayırmacılığı, birinin yalnızca aile üyesi bir şirkette çalıştığı için belirli bir iş veya terfi için yeterlilik duygusu hissetmesidir. Bu, çoğunlukla aile şirketlerinde meydana gelir.

Bu arada anımsatalım. Bir aile üyesini işe almak her zaman kötü bir şey değildir. Ancak ilişkiler etik dışı biçimde gelişmeye başladığı zaman ortaya sorunlar çıkacaktır.

Kayırmacılık Tutumu Özünde Sorunludur
Yüzyıllar boyunca, zengin, ünlü ve güçlü ailelerde doğan çocuklar, monarşileri, iş imparatorluklarını, serveti ve yıldız gücünü miras alarak hayatta bir adım önde oldular. Bazı durumlarda ebeveynlerinin statüsünü aştılar. Bu durumda devamında nepotizm bebekleri kavramını ortaya çıkarmıştır. Sonucunda herkes başarısını torpille elde etmez. Ancak bu tutumun giderek yaygınlaşması, kendi emekleri ile zirveyi zorlayanların da sorunlar yaşamasına neden olmuştur.

Sonucunda günümüzde nepotizm politika, yayıncılık ve hizmet sektöründe oldukça yaygın olarak ortaya çıkmaktadır. Kurumları aile şirketlerine dönüştürmek, ilanları kişiye özel açmak, yükselmelerde arkadaş, akraba, tanıdık bir kol ya da sendika vs gibi bağlantılar ile sadece günü kurtarabiliriz.

İnsanların emeğinin hakkı birilerinin iki dudağı arasında olmamalıdır. Bu tarz işe almalar ve yükselmeler ile yetenekli iş gücü kaybedilmekte, gelişmenin önüne geçilmektedir. Yazının devamında göz atmak isterseniz: İnsanlar İşlerinde Nasıl Motive Olur? Herzberg Motivasyon Hijyen Kuramı
▄▄

Kaynaklar ve İleri Okumalar:
Mustafa Büte. Kayırmacılığın Çalışanlar Üzerine Etkileri İle İnsan Kaynakları Uygulamaları İlişkisi. Türk Kamu Bankalarına Yönelik Bir Araştırma; https://www.researchgate.net/
Nepotism; https://en.wikipedia.org/wiki/Nepotism
How to Prevent Nepotism in the Workplace. Yayınlanma tarihi: 29 haziran 2022; Bağlantı: https://www.business.com/

Size Bir Mesajımız Var!
Matematiksel, 2015 yılından beri yayında olan ve Türkiye’de matematiğe karşı duyulan önyargıyı azaltmak ve ilgiyi arttırmak amacıyla kurulmuş bir platformdur. Sitemizde, öncelikli olarak matematik ile ilgili yazılar yer almaktadır. Ancak bilimin bütünsel yapısı itibari ile diğer bilim dalları ile ilgili konular da ilerleyen yıllarda sitemize dahil edilmiştir. Bu sitenin tek kazancı sizlere göstermek zorunda kaldığımız reklamlardır. Yüksek okunurluk düzeyine sahip bir web sitesi barındırmak ne yazık ki günümüzde oldukça masraflıdır. Bu konuda bizi anlayacağınızı umuyoruz. Ayrıca yazımızı paylaşarak veya Patreon üzerinden ufak bir bağış yaparak da büyümemize destek olabilirsiniz. Matematik ile kalalım, bilim ile kalalım.

Bu Yazılarımıza da Bakmanızı Öneririz
Şansız Sayılar: Ölüm Meleği Lucia de Berk Ve Bir Cadı Avı Hikâyesi
24/01/2023
Hatalı Bir Düşünce Biçimi Olan Sıfır Risk Yanılgısı Nedir?
29/04/2020
Frenoloji: Zeka ve Karakterimizin Bir Zamanlar Kafatası Şeklimizde Gizli Olduğunu Düşünüyorduk
07/07/2018
Fotoğraflarda Neden Kendimizi Beğenmeyiz? Bu Sorunu Çözmenin Bir Yolu Var mı?
20/01/2023

Matematiksel
------------------

İlknur Çetinkaya
Nelson Mandela'nın sözleri ile ‘’Bir toplum, kendini en belirgin biçimde çocuklarına nasıl davrandığıyla ortaya koyar. Başarımız, her toplumun en kırılgan fertleri ve aynı zamanda en büyük zenginliği olan çocuklarımızın mutluluğu ve sağlığıyla ölçülmelidir’’. Çocuklarımızın yaşamdan, öğrenmekten keyif aldığı, öğrenmenin sınıfların dört duvarı arasına hapsedilmediği, çocuklarımızın özgür hissettiği, oyun oynayabildiği, çocukluklarını yaşayabildikleri, başarılarının sınavla ölçülmediği, her birinin başarıyı yetenekleri ve ilgi alanlarında tattığı, yüzlerinden gülümsemenin eksik olmadığı güzel yarınlara

Yeri: https://www.matematiksel.org/nepotizm-diger-adiyla-ahbap-cavus-iliskisi/





[Bearbeitet am 2023-01-26 04:02 GMT]
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 19:59
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
_________________________ Jan 28, 2023

--Tümüylen alıntıdır--


Mutluluk Bakanlığı Olan Ülke: Bhutan


Yazı: ŞIVA KÖZ


Mutluluk Bakanlığı Olan Bir Ülke Var!
Merhabalar! Bu ay bize ilham veren herhangi bir şeyden bahsetme kararı almıştık. Yeşillik seviyesinden, insanların yüzündeki gülücüklerin içtenliğine kadar ilham oldu bana Bhutan Krallığı.

Dünyada en çok karbon salınımına neden olan Çin ile Hindistan’ı
... See more
--Tümüylen alıntıdır--


Mutluluk Bakanlığı Olan Ülke: Bhutan


Yazı: ŞIVA KÖZ


Mutluluk Bakanlığı Olan Bir Ülke Var!
Merhabalar! Bu ay bize ilham veren herhangi bir şeyden bahsetme kararı almıştık. Yeşillik seviyesinden, insanların yüzündeki gülücüklerin içtenliğine kadar ilham oldu bana Bhutan Krallığı.

Dünyada en çok karbon salınımına neden olan Çin ile Hindistan’ın arasında kalmış, Mutluluk Bakanlığı’na sahip olup, gelişimini Gayri Safi Milli Mutluluk ile ölçen, sıfır karbon ve ormanlarının %60’ını koruma altında tutmaya kararlı bir ülke. Rüya gibi değil mi? Gerçek.

Dünyanın dört bir yanı iklimi korumak için eylemlerde bulunma anlaşmalarını imzalayıp bozarken, Güney Asya’nın Doğu Himalayalarında, denize kıyısı olmayan küçük bir ülke olan Bhutan, toprakların varlığından beri zaten harika bir denge halinde yaşıyor.

Bizim gibi ülkelerde gelişmişlik düzeyi genel olarak Gayrisafi Milli Hasıla üzerinden hesaplanır ve örneklendirilir. Bhutan hükümeti, son 46 yıldır başarısını ekonomik gelişme yerine mutluluk derecesi ile ölçüyor. Bhutan’ın 4. kralı Wangchuck, dünyadaki mevcut kalkınma paradigmasının, insanın nihai hedefi olan mutluluğu göz ardı ettiğini düşünerek; temel arzumuzun mutluluğun peşinden gitmek olduğuna inanan Gayrisafi Milli Mutluluk (GSMM) yaklaşımını, maddi ve manevi değerlerin dengelendiği bütünsel ve sürdürebilir bir kalkınma olarak ifade ediyor.

GSMM dört ana hedeften oluşuyor: Adil ve eşitlikçi sosyo-ekonomik kalkınma, çevresel koruma, kültürün tanıtımı ve korunması ve iyi yönetim. Bu dört ana hedef kendi içinde: manevi refah, sağlık, eğitim, yaşam koşulları, dengeli yaşam ve doğaya karşı sorumluluk gibi alanlara ayrılıyor.

Şu anda ülkenin başındaki 5. Kral Jigme Khesar Namgyel Wangchuck geliştirdikleri sistemi şöyle açıklamış: “Bugün GSMM birçok insana birçok şey ifade etmektedir; benim içinse en basit ifadeyle ortak değerler aracılığı ile kalkınmayı ifade etmektedir. GSMM halkım için iyilik, eşitlik, insaniyet ve ekonomik gelişme arasındaki bağdır. GSMM daha iyi bir gelecek için akıllı kararlar almamıza rehberlik eden Milli Şuur rolü oynuyor.”

Bhutan, on yıl içerisinde karbon tüketimini on milyon tona çıkarırken karbon emisyonlarını sıfıra indirmeyi hedefliyor. Karbon emisyonları 2040 yılına kadar iki katına çıkabilse de, mevcut orman örtüsünü koruduğu sürece, en azından, karbon negatif kalacak. Bence bu şu an dünyamızda peşi sıra olan felaketler için çok önemli bir nokta. Kısacası, Bhutan kendini çevre korumaya adamış bir ülke; anayasası, toplam toprak kütlesinin en az yüzde 60’ının ormanlarla kaplanmasını zorunlu kılıyor, bu hedef şu anda kolayca karşılanıyor ve hatta aşılıyor. Ülkenin yarısından fazlası da sit alanları, milli parklar ve hayvan barınakları olarak ayrılmış.

Verdiği sözler arasında:
* Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin 16. Maddesine göre sıfır karbon politikası izleyeceği

* Çevreci hidroelektrik enerjisine büyük yatırım yapacağı (Hidroelektrik, ülke genelinde elektrik sağlıyor ve yakacak odun ihtiyacını en aza indiriyor. Sonuç olarak ülkenin ormanlarını sağlam tutuyor.)

* Topraklarının yüzde 80’inden daha büyük bir kısmı ormanlarla kaplıyken bu oranın hiçbir zaman yüzde 70’in altına düşmeyeceği

* Ülkenin yüzde 33’ünü vahşi yaşamı korumak amacıyla milli park ya da rezervler olarak tahsis edileceği

* Okullarda GSMM eğitimi başlatılacağı var.

Ayrıca anayasal olarak, kadınlar erkeklerle eşit haklara sahip. Çiftçiler, girişimciler, doktorlar, mühendisler ve ev hanımları olarak ekonomik, politik ve sosyal hayatın her alanında aktif olarak yer alıyorlar.

Bütün dünya kimyasallarla başa çıkmaya çalışırken Bhutan’da böyle bir sorun yok. Ülkede herhangi bir kimyasal ürünü ithal etmek veya kullanmak yasalara aykırı. Anlayacağınız, kullanılan her şey ülke içinde yetiştiriliyor ve tamamen doğal ve yerel.

Bhutan halkının çoğu Budist. Bu din tüm hayvan dünyasına saygı duymayı öğrettiğinden, vejetaryenlik orada çok yaygın. Ayrıca elektrikli araçlar gibi çevre dostu ürünleri fazlasıyla destekliyorlar.

Dünyamız şu an, bu zamana dek eşine rastlanmamış materyalist düşünceler uğruna diğer her şeyin geri plana atıldığı bir sistemin yıkıcı yan etkilerini yaşıyor. Bütün bunlarsa gezegenimizin birçok yerinde kirlilik, iklim değişikleri, eşitsizlik, türlerin yok olması, ekonomik güvencenin yok olması ve yoksulluk olarak sonuçlanıyor. Burada Bhutan’ın gördüğü şey aslında dünyada pek çok ülkede artan tüketim çılgınlığına rağmen mutlu insan olmayışı; çünkü tüketimdeki artış; iç huzur, sağlık, sosyal ilişkiler ve çevrenin pahasına gerçekleştiriliyor.

Gördüğün üzere, günün sonunda önemli olan, mutluluk. İnsan mutlu olduktan sonra bakın ne güzel hayaller kuruluyor, teşvik ediliyor ve o güzel hayaller büyüyüp çoğalıyor. Mutluluklar ve iç huzur dilerim, hayatın çok keyifli geçsin!

Yeri: https://thisismana.com/mutluluk-bakanligi-olan-ulke-bhutan/#:~:text=Mutluluk%20Bakanlığı%20Olan%20Bir%20Ülke%20Var!&text=Dünyada%20en%20çok%20karbon%20salınımına,altında%20tutmaya%20kararlı%20bir%20ülke


▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


Mutluluk Bakanlığı Var! Dünyanın En Mutlu Halkının Yaşadığı Bhutan'da Yaşam Nasıl?


Emek çeken: Penny
01.05.2019


Hindistan ile Çin arasında yer alan bu gizemli ve pitoresk ülke 1974 yılına kadar turistlere kapalıydı. Bugün, gerekli çok sayıda formaliteyi geçebilen ve yeterli paraya sahip olan herkes Butan'ı ziyaret edebilir. Sınırlar açık olmasına rağmen, Kral hala birçok farklı yöntem kullanarak turist sayısını kısıtlamaya çalışıyor.

Kaynak: https://brightside.me/wonder-places/1...

İnternet ya da televizyon yok.
Bhutan'da TV ve internet 1999'a kadar resmen yasaktı. Fakat bütün ülkeyi modern teknolojilerden izole etmek mümkün değildi, bu yüzden Kral bu kuralı iptal etmeye karar verdi. Bu sebeple Bhutan dünyada televizyon kullanmaya en son başlayan ülkeydi.

Mutluluk Bakanlığı var.
Ülkenin iç huzuruyla ilgilenmek için 2008'de, Gayri Safi Milli Mutluluk komitesi kuruldu. Nüfus sayımı anketinde bile, yaşamınızdan memnun olup olmadığınızı belirtebileceğiniz bir sütun var.

Ayrıca Mutluluk Bakanlığı da var ve Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH) terimine benzer şekilde, Gayri Safi Milli Mutluluğu ölçüyorlar. Böylece, yaşam kalitesi finansal ve mental değerler arasındaki denge ile belirleniyor.

Evsiz insan yok.
Butan'da, sokakta yaşayan kimse yok. Bir kişi evini kaybederse, kral ona bir ev inşa edip sebze ekebilecekleri bir toprak parçası verir.

Ücretsiz sağlık hizmeti
Her Bhutanlı, ücretsiz tıbbi bakım alma hakkına sahiptir. Hem geleneksel hem de klasik tıp Butan'da yaygındır ve bir kişi kendi isteğine göre tedavi yöntemini seçebilir.

Ulusal kıyafetler
Bhutan halkı geleneksel kıyafetler giyiyor. Erkekler kalın, dize kadar uzanan kaftanlar, kadınlar ise uzun elbiseler giyerler. Bir kişinin statüsü ve sosyal seviyesi, sol omzunun üzerindeki fular ile belli olur. Sıradan insanlar beyaz fularlar takarlar, soylu insanlar ve rahipler ise sarı.

Sigara yasağı
Bhutan Kralı, ülkede tütün yetiştirme, hasat ve satışını yasaklayan bir yasa çıkardı. Ülkede tütün almak imkansız. Sınırı geçmek için gerekli tüm belgeleri toplamayı başaran turistler, yanlarında sigara getirmek istiyorlarsa büyük bir ücret ödemek zorundalar.

Hayvanlar ve doğa
Ülke ekoloji ve doğa konusunda gerçekten endişeli. Bu konuya özellikle dikkat ediyorlar. Bu arada 2015 yılında, Bhutanlı insanlar bir saat içinde 50.000 ağaç dikerek bir dünya rekoru kırdı.

Mutfak özellikleri
Bhutan halkının çoğu Budist. Bu din tüm hayvan dünyasına saygı duymayı öğrettiğinden, vejetaryenlik orada gerçekten yaygın. Ana ve temel yemek pilavdır. Normal pirinç bu kadar yükseklerde yetişemez, bu yüzden insanlar oldukça sert ve kendine has bir tada sahip olan kırmızı pirinç yetiştirir.

İnsanlar oldukça fazla çay tüketiyorlar. Siyah ve yeşil çayları tuz, karabiber ve bir kaşık tereyağı ile içiyorlar.

Turizm
Kral, Bhutan ülkesini turist ziyaretlerine açmış olmasına rağmen, ziyaret etmek isteyenler için zorlu ön koşullar sunuyor. Butan'ı sadece bir grup turist ile ziyaret edebilirsiniz. Tüm belgeler ve vizeler devlet tarafından atanan bir şirket tarafından kontrol edilir. İzin almak için tüm masrafları önceden ödemek zorundasınız (uçak biletleri, otel, ücretler, tur operatörü ve rehberlik hizmetleri, vize ve sigorta).

Ülkede, sadece bir rehberle seyahat edebilirsiniz, asla kendi başınıza bir geziye çıkma şansınız yok. Tur operatörü, tüm turistler için farklı eğlenceli programlar sunmaktadır. Bir gün genellikle 250$ civarındadır.

Ülke içinde ve dışına tüm uçuşları gerçekleştiren tek bir hava yolu şirketi var ve otellerdeki fiyatlar (ucuz ya da lüks olsunlar) hükümet tarafından belirleniyor.

Miras geleneği
Butan'da kadınlara saygı duyulur. Miras geleneği bunu kanıtlıyor. Evler, hayvanlar ve topraklar gibi tüm mülkler ve eşyalar, en büyük kıza verilir, erkek çocuğa değil.

Ekoloji en önemli şeydir.
Bugün tüm dünya, gezegenin geleceği için önlemler almaya, yöntemler geliştirmeye çalışıyor. Bhutan bu sorunla ilgilenmiyor. Burada herhangi bir kimyasal ürünü ithal etmek veya kullanmak yasalara aykırı. Yani kullandıkları her şey ülke içinde yetiştiriliyor ve tamamen doğal.

Düğün gelenekleri
Butan'da bir yabancıyla evlenmek yasaktır. Kral, benzersizliklerini ve dünyanın geri kalanından izole olan yaşamlarını korumak için elinden geleni yapıyor.

Düğün töreni sırasında rahipler mantra okurlar. Bu sürecin yeni evlilerin sıkı bir zihinsel bağ kurmaları sağladığına inanılıyor. Ayrıca, yerel olarak üretilen bir içkinin tanrılara sunulduğu bir Changphoed ritüeli var. İçki tanrılara sunulduktan sonra gelin ve damat tarafından servis edilir. Gerekli tüm ritüeller yerine getirildikten sonra, çift aile olur. Ayrıca evlendiklerinde damat ve gelin, gelinin evinde yaşamaya başlar ve yeterince para kazandıklarında başka bir eve geçebilirler.

Yollar
Bhutan'ın başkentinde hiç trafik ışığı yok ve bu, insanlar için bir sorun değil. Tüm yol işaretleri elle yapılır.

Süslü dekorlu evleri
Bhutanlı insanlar evlerini dekore etmeyi sever. Duvarlara kuşlar, hayvanlar ve farklı desenler çizerler. Geleneksel bir Bhutan evi, 3 katlı ve küçük bir yapıdır. Zemin kat, hayvanlar içindir, yaşam alanı ikinci katta yer alır ve üçüncü kat saman depolamak için kullanılır.

Bütün yasaklara ve katı kurallara rağmen, Bhutan halkı çok cana yakın ve mutlular. Son zamanlarda turistler de bu yalıtılmış ülke ile daha fazla ilgilenmeye başladı.

Peki siz Butan'ı ziyaret etmek ister miydiniz?


Kaynak: https://onedio.com/haber/mutluluk-bakanligi-var-dunyanin-en-mutlu-halkinin-yasadigi-bhutan-da-yasam-nasil-871112


▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄



Mutlak Sıfır Nedir? Mutlak Sıfıra Ulaşmak Neden Mümkün Değildir?



Sibel Çağlar
23/11/2018 Güncelleme 28/01/2023

Günlük hayatımızın bu kadar içinde olmasına rağmen sıcaklık kavramı aslında oldukça kafa karıştırıcı. Kışın bizi üşüten soğuğu ve yazın içimizi ısıtan güneşi hayal etmek çok kolay, ama aslında günlük hayatımız mümkün olan sıcaklıkların çok dar bir aralığında geçiyor. O aralığın dışında ise her şeyin garipleştiği ekstrem sıcaklıklar ve soğukluklar yatıyor. Bu garipliklerden birisi de karşımıza mutlak sıfır kavramında çıkıyor. Yaşadığımız evreninin bazı limitleri vardır. Işık hızı ve mutlak sıfır bu limitler içinde en bilinenleridir.

Mutlak Sıfır Nedir?
Mutlak sıfırı anlamadan önce temel fizik ile ilgili bilgilerinizi tazelemelisiniz. Maddeyi oluşturan atomlar her zaman hareket halindedir. Sıcaklık, bu atomların kinetik enerjisini veya hareket enerjisini ölçer. Ne kadar hızlı hareket ederlerse, sıcaklıkları o kadar yüksek olur.

Tersine durumda da yani soğutulduklarında da moleküller yavaşlamaya başlar. Bu mantıkla belli bir noktada durmaları gerekir. İşte bu varsayımsal durma noktası “mutlak sıfır“‘dır. Bu termodinamik yasalarına göre teorik olarak ulaşabileceğimiz mümkün olan en düşük sıcaklıktır.

Mutlak sıfır denilen sıcaklık değeri -273,15 santigrat dereceye karşılık gelir. Teorik olarak bu sıcaklık değerine ulaşan bir maddenin enerjisi de sıfıra eşit olur. Yani molekülleri hareket edemeyecek duruma erişir. Bu noktadan sonra onu daha fazla soğutmak mümkün değildir.

Mutlak Sıfır
Mutlak sıfıra, -273 Santigrat ya da -459 Fahrenhayt derecede ulaşılır! Mutlak sıfır noktasında ne olacağını sadece teoride biliyoruz çünkü bir maddeyi bu derece soğutmak pratikte mümkün değil.
Neden Kelvin Ölçeği Kullanıyoruz?
Mutlak sıfır fikri 18. yüzyılda sıcaklık ve enerjinin gösterildiği bir grafiğin sı­fıra doğru uzatılmasıyla fark edilmiştir. Enerji sıcaklıkla birlikte artar. Bu iki niceliği birbirine bağlayan doğrusal grafik, enerjinin sıfırlandığı sı­caklığı bulmak için geriye doğru uzatılabilir. Böyle yapıldığında -273,15 derece Celsius’a ulaşılır.

On dokuzuncu yüzyılda Lord Kelvin mutlak sı­fırdan başlayan yeni bir sıcaklık ölçeği önerdi. Kelvin’in ölçeği, aslında Celsius ölçeğinin yana kaydırılmışıydı. Celsius’ta su 0 derecede donarken Kelvin’de 273 derecede donar. Celsius’ta 100 derecede kaynarken Kelvin’de 373 derecede kaynar.

Bilim insanları için sıcaklık o kadar önemli ki onu ölçmek için birkaç farklı ölçek geliştirdiler. Yaygın ölçeklerden ikisi, sıcaklığı derece Celsius’a (°C) veya Kelvine (K) bölüyor. Bu ölçekler birbirine benziyor: 1 °C ile 2 °C arasındaki sıcaklık farkı, 1 K ile 2 K arasındaki farkla aynı. Su moleküllerinin sıvıdan katıya geçecek kadar yavaşladığı nokta 0 °C olarak kabul ediliyor. Bu sıcaklık 273,15 kelvine karşılık geliyor.
Belli bir basınç ve sı­caklıkta, hem su hem buhar hem de buz aynı anda bulunur. “Suyun üçlü noktası” olarak bilinen bu sıcaklık 273,16 kelvin (0,01° Celsius) kabul edil­miş, Kelvin ölçeği buna göre sabitlenmiştir. ( Bu yazıya göz atabilirsiniz: Celsius, Fahrenheit, Kelvin: Hangisini Ne Zaman Kullanmalıyız?). Günümüzde bilim insanlarının çoğu sıcaklık ölçümlerinde negatif sayı barındırmaması nedeniyle Kelvin ölçeğini daha çok tercih ediyor.

Evrendeki En Soğuk Yer: Bumerang Nebulası

Bumerang nebulası; Bildiğimiz kadarıyla evrende veya laboratuvarda hiçbir şey mutlak sıfıra ulaşmadı. Uzayın bile arka plan sıcaklığı 2,7 kelvindir.
Sıcaklık yükseldikçe düşer. Ancak, uzayın derinliklerinde, en boş olduğu bölgelerdeki atomların bile sıcaklığı mutlak sıfırdan birkaç derece yukarıdadır. Şu ana değin Evren’de saptanan en soğuk bölge, Bumerang nebulasında mutlak sıfırın yalnızca bir derece üstünde olan karanlık bir gaz bulutudur.

Bu nebulanın dışında, bütün uzayda ortam sıcaklığı görece ılık; 2,7 kelvindir. Bu ılıklığın nedeni kozmik mikrodalga arkaplan ışımasıdır. Yani Büyük Patlama’dan kalan ve bütün uzayı kaplayan ısı. Bundan daha soğuk olması için bu arkaplan sıcaklığının engellenmiş olması ve atomların kendilerinde arta kalan ısıyı da yitirmiş olması gerekir.

Dolayısıyla pratik olarak uzayın herhangi bir bölgesinin mutlak sıfır sıcaklığında olması düşünülemez. Laboratuvar ortamında Evren’den bile daha düşük sıcaklıklara geçici olarak ulaşılmış olsa bile mutlak sıfır soyut bir düşüncedir. Ne kadar çalışırlarsa çalışsınlar, bilim insanları gerçekte mutlak sıfıra kesinlikle ulaşamayacaklarını bilirler.

Mutlak Sıfıra Ulaşmak Neden Mümkün Değildir?
Koşullar mutlak sıfıra yaklaştığında, fizik garipleşmeye başlar. Örneğin Azot -210 Santigrat derecede donarak kararsız bir katıya dönüşür ve sıvı helyum, yaklaşık 2 Kelvin’de sürtünmesiz bir “süper sıvı” haline gelir. Düşük yoğunluklu bir gazı mutlak sıfırın sadece biraz üzerindeki sıcaklıklara soğuttuğunuzda Bose-Einstein Yoğuşması adı verilen ilginç fenomen de ortaya çıkacaktır.

Bose-Einstein yoğunlaşması esnasında farklı dalga boyları sergileyen birden fazla farklı atoma sahip olmak yerine, tek bir dalga boyu sergileyen tek bir atomu gözlemleriz. Yani bu esnada maddenin diğer tüm hallerinden farklı olarak, tüm atomlar birlikte titreşir.

Artık birbirinden ayrı duran binlerce atom yoktur; aynı şekilde davranan ve dev bir dalgaymış gibi hareket eden sadece tek bir “süper atom” vardır. Bu noktada atomlar, genellikle fotonlar gibi ayırt edemediğiniz parçacıklara uygulanan Bose-Einstein istatistiklerine uymaya başlarlar. Bu da fizik dünyasında yeni ve inanılmaz başarı kapıları açma potansiyeli taşır. DEtyalar:

Bose-Einstein Yoğunlaşması ilk kez 1995 yılında Rubidyum, Sodyum ve Lityum atomlarında gözlemlendi.
Uzak gelecekte, evren her şeyin sonunda mutlak sıfıra yaklaşacaktır. Bununla birlikte, bilim insanlarının bir laboratuvarda mutlak sıfır koşulları yaratması imkansızdır. Çünkü bir nesneden tüm ısıyı çıkarmak çok büyük miktarda enerji gerektirir.

2021 yılında yapılan bir araştırmada uygun laboratuvar koşullarında bilim insanları bunu yapmayı denediler. Bunun sonucunda sadece iki saniyeliğine de olsa mutlak sıfırın bir Kelvin’in 38 trilyonda biri üzerinde bir sıcaklık elde etmeyi başardılar. Ancak yine de mutlak sıfıra ulaşılamadı. Sonuçta mutlak sıfır noktasına da sürekli yaklaşabileceğimizi ama asla ulaşamayacağımızı kabul ediyoruz.

---------------------------------------------------------------

Bu Yazılarımıza da Bakmanızı Öneririz
Satyendra Nath Bose ve Maddenin 5. Hali Bose-Einstein Yoğunlaşması
09/03/2019
Evrendeki En Önemli 13 Sayı
Evreni Biçimlendiren En Önemli 13 Sayı
03/10/2017
Brown Hareketi Nedir? Sıvılar ile Borsanın Ne İlgisi Vardır?
13/09/2022
Newton’un Başına Gerçekten Elma Düştü mü?
03/11/2018

Kaynaklar ve ileri okumalar:
What Does Absolute Zero Mean?; https://www.discovermagazine.com
Absolute zero; https://en.wikipedia.org/
Scientists Got Close to Reaching Absolute Zero. Yayınlanma tarihi: 3 Mart 2022; Bağlantı: https://www.popularmechanics.com/

Matematiksel

Sibel Çağlar
Merhabalar. Matematik öğretmeni olarak başladığım hayatıma 2016 yılında kurduğum matematiksel.org web sitesinde içerikler üreterek devam ediyorum. Matematiğin aydınlık yüzünü paylaşıyorum. Amacım matematiğin hayattan kopuk olmadığını kanıtlamaktı. Devamında ekip arkadaşlarımın da dahil olması ile kocaman bir aile olduk. Amacımıza da kısmen ulaştık. Yolumuz daha uzun ama kesinlikle çok keyifli.


Yeri: https://www.matematiksel.org/nedir-bu-mutlak-sifir-denilen-sey/

[Edited at 2023-01-28 12:32 GMT]
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 19:59
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
_________________________________________________ Jan 29, 2023

--Tümüylen alıntıdır--


Li-Fi Teknolojisi Nedir? WiFi’den 100 Kat Daha Hızlı İnternet Hızını Nasıl Sağlar?


Yazı: Batuhan Erdik
29/01/2023 Güncelleme 29/01/2023

Farklı sebeplerden dolayı olsa da hepimiz daha bir internete sahip olmak istiyoruz. Tam da bu süreçte bize ışık hızında internet sunacağını iddia eden Li-Fi isimli yeni bir kablosuz bağlantı teknolojisi geliştiriliyor. LiFi’nin geliş
... See more
--Tümüylen alıntıdır--


Li-Fi Teknolojisi Nedir? WiFi’den 100 Kat Daha Hızlı İnternet Hızını Nasıl Sağlar?


Yazı: Batuhan Erdik
29/01/2023 Güncelleme 29/01/2023

Farklı sebeplerden dolayı olsa da hepimiz daha bir internete sahip olmak istiyoruz. Tam da bu süreçte bize ışık hızında internet sunacağını iddia eden Li-Fi isimli yeni bir kablosuz bağlantı teknolojisi geliştiriliyor. LiFi’nin gelişiyle ilgili haberleri takip etmeyenler için, LiFi’nin gerçekte ne olduğuna ve bu internet bağlantısı biçiminin dünyasını nasıl değiştireceğine daha yakından bakalım.

Li-Fi Nedir ve Nasıl İşler?

LiFi (Light Fidelity) bilgi iletmek için görünür ışığı kullanan yüksek hızlı bir kablosuz iletişim teknolojisidir. WiFi ve LiFi teknolojileri temelinde benzerdir. Sonucunda her iki teknoloji de kablosuzdur. Ancak özünde farklıdır. Sonucunda radyo dalgalarına dayanan WiFi’den farklı olarak Li-Fi görünür ışık iletişimi veya kızılötesi ve yakın UV spektrum dalgaları kullanır.

Başka bir deyişle LiFi, herhangi bir normal lamba veya ampulün yaydığı ışığı kullanarak çalışır. Yaşadığımız dünyada fazlasıyla meşgul olan radyo frekanslarını kullanmadığı için Li-Fi, Wi-Fi’a göre 10.000 kat daha fazla kapasitenin kullanımına imkân tanır.

Lifi teknolojisinin kullanımı için bir adet led diyot(led lamba), internet ve uygun bir alıcı yeterli olacaktır. Uygun alıcı dediğimiz şey telefon ve internete bağlanan cihazlarda mevcut olan wifi özelliğine benzer bir özelliktir.

Li-Fi Teknolojisinin Avantajları Nelerdir?
Li Fi Teknoloji
Li Fi (Light Fidelity), yeni bir teknoloji olup, gelecekte popüler olacak teknolojilerin başında gelmektedir. Günlük hayatımızda kullanılan ışık kaynakları kullanılarak haberleşme sağlanır ve insan gözü bu haberleşmenin farkına varmaz.

Akla gelen ilk ve muhtemel en önemli avantajı erişiminin kolay olması olacaktır. Sonucunda yaşantımızın her yerinde bir ışık kaynağı bulmamız kolaydır. Eğer bu yeni teknoloji yaygınlaşırsa ışığın olduğu her yerde internet bağlantısı olacak demektir. Ayrıca yukarıda belirtildiği gibi, LiFi iletişim kurmak için görünür ışığa güvenir. Bu sayede WiFi teknolojisinde kullanılan geleneksel radyo dalgalarından çok daha fazla bilgi taşımak mümkün olur.

Görünür ışık spektrumu, radyo dalgalarının kapladığı spektrumdan neredeyse 10.000 kat daha büyüktür. Ayrıca, LiFi’nin bant genişliğinin bugün WiFi ile sahip olduğumuzdan 100 kat daha fazla olduğu söyleniyor. Bunun sonucunda Li-Fi teknolojisi ile saniyede 224 gigabayt hızında veri iletebilmesi nedeniyle mümkün olacaktır.

Li-Fi ayrıca internetin kullanmamızın uygun olmadığı yerlerde de sorunsuzca çalışacaktır. Bu sayede havacılık(uçaklarda), sağlık, deniz altılarında ve hassas endüstriyel sistemlere sahip her alanda güvenle kullanılacaktır.

Li-Fi Teknolojisinin Dezavantajları da Mevcuttur

Li-Fi bağlantısının tüm bu faydalarının yanı sıra bazı dezavantajları da vardır. Verileri iletmek için görünür ışık kullandığından, Li-Fi ışığın olmadığı koşullarda işe yaramaz. Bu, geceleri yatağınızda uzanırken internet olmadığı anlamına gelir.

Evinizin bir odasına WiFI router kuruluysa evin herhangi bir yerindeki cihazlarınızı bağlayabilirsiniz. Ancak LiFi’de durum böyle değildir. Görünür ışınlar duvarlardan geçemeyeceğinden, cihazınızda İnternet’e erişmek için ışık kaynağının hemen yakınında olmanız gerekir. Aslına bakarsanız bu da pek çok kişinin tercih etmeyeceği bir durumdur.

Bu teknolojinin aynı zamanda daha az güvenilir olduğu ve kurulum ücretlerinin yüksek olduğu da söylenmektedir. İlk olarak 2012 yılında ortaya atılan LiFi teknolojisi hızla ilerliyor. Şüphesiz yakın gelecekte önemli avantajlar sunan bir seçenek olacaktır. Ancak bu teknolojinin yükselişi WiFi’nin ortadan kalkacağı anlamına gelmez. Bunun nedeni mevcut tüm sistemlerimizin halihazırda Wi-Fi ile uyumlu biçimde olmasıdır. Olası bir senaryo, ilerleyen günlerde iki teknolojiden birini seçmemiz biçiminde olacaktır.

Lifi teknolojisinin 2028 yılına kadar internet dünyasının 70% ini kapsaması öngörülmektedir. Bu geliştirilen teknolojinin şimdilik bazı dezavantajları olsa da bu dezavantajların giderilmesi ve en aza indirilmesi için teknoloji şirketleri çalışmalarına devam etmektedir. Bu esnada göz atmak isterseniz: Green Bank: Wifi Kullanmanın Yasadışı Olduğu Bir Yer


______________________
Kaynaklar ve ileri okumalar

What Is LiFi And How Does It Provide 100x Faster Internet Speed Than WiFi? Yayınlanma tarihi: 8 Temmuz 2022; Bağlantı: https://www.scienceabc.com/
Li-Fi (Light Fidelity)-The future technology In Wireless communication. International Journal of Applied Engineering Research, ISSN 0973-4562 Vol.7 No.11 (2012).
______________________

Size Bir Mesajımız Var!
Matematiksel, 2015 yılından beri yayında olan ve Türkiye’de matematiğe karşı duyulan önyargıyı azaltmak ve ilgiyi arttırmak amacıyla kurulmuş bir platformdur. Sitemizde, öncelikli olarak matematik ile ilgili yazılar yer almaktadır. Ancak bilimin bütünsel yapısı itibari ile diğer bilim dalları ile ilgili konular da ilerleyen yıllarda sitemize dahil edilmiştir. Bu sitenin tek kazancı sizlere göstermek zorunda kaldığımız reklamlardır. Yüksek okunurluk düzeyine sahip bir web sitesi barındırmak ne yazık ki günümüzde oldukça masraflıdır. Bu konuda bizi anlayacağınızı umuyoruz. Ayrıca yazımızı paylaşarak veya Patreon üzerinden ufak bir bağış yaparak da büyümemize destek olabilirsiniz. Matematik ile kalalım, bilim ile kalalım.

Matematiksel

Bu Yazılarımıza da Bakmanızı Öneririz
_______________________________

Kemiklerinizin Eyfel Kulesi ile Ortak Yanları Nelerdir?
20/10/2022
Modern Teknoloji Gelişmeden Önce Yapılmış 5 Antik Robot
12/09/2022
Satranç Ustası Mekanik Türk Tüm Dünyayı Nasıl Kandırdı?
30/03/2018
Telefon ve Hesap Makinesinin Tuş Dizilimi Neden Farklıdır?
13/02/2021

___________
Batuhan Erdik
Grafik tasarımcısı ve bilgisayar meraklısı...


Yeri: https://www.matematiksel.org/li-fi-teknolojisi-nedir/


▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


Sosyal Kanıt: Başkalarının Ne Yaptığından Bize Ne!


Yazı: Sibel Çağlar26/04/2019
Güncelleme 30/01/2023

Okuldaki ya da yeni başladığınız bir iş yerindeki ilk gününü düşünün. Muhtemelen ilk yaptığınız şey etrafınızdaki insanların nasıl davrandığını anlamak için etrafınıza bakmak olmuştur. Bu son derece normal bir durumdur. Psikolojide karşılığı ise sosyal kanıttır. Esasen, özellikle belirsiz durumlarda, ‘doğru’ davranış şekli hakkında ipuçları için etrafımızdakilere bakıyoruz.

Sosyal kanıt, duruma uygunluk adına bir davranışa uymaya çalışmak için çevremizdekilerin eylemlerini kopyalama eğiliminde olduğumuz hem psikolojik hem de sosyal bir olgudur. Şimdi bir çoğumuzun tanıdık olduğu bir kaç durumu düşünelim. Bir grup insanın gözlerini belli bir noktaya dikip baktığını gördüğümüzde ister istemez biz de aynı noktaya bakarız. Yada bir konserin ortasında bir kişi alkışlamaya başlayınca biz de alkışlayanlara dahil oluruz.

Konser bitip vestiyere paltomuzu almaya gittiğimizde de bu hizmetin bilet fiyatına dahil olduğunu bilsek bile diğer kişilerin bir tabağa bozuk para bıraktıklarını görünce bahşiş bırakırız. Tüm bu tutarsız davranışlarımızın nedeni temelinde sosyal kanıttır.

Bu etki, kişi doğru davranış biçiminden emin olmadığında ortaya çıkar. Kişi reaksiyon vermesi gereken bir durumda doğru davranış hakkında ipuçları elde etmek için genellikle başkalarına bakar. Aynı ilke, birisi bir şeye güvenip güvenmeme konusunda emin olmadığında da geçerlidir.

Bu sayede de sosyal kanıt, tercihlerimizi ve yaptığımız seçimleri biçimlendirir. Bir şarkıyı neyin “hit” haline getirdiğini, şirketlerin neden yıldız derecelendirmesinden etkilendiğini veya bazı ürünlerin rakiplerinden neden daha fazla sattığını merak ettiyseniz, cevap yine sosyal kanıt olacaktır.

Neyin doğru ve kabul edilmiş olduğunu belirlemek için başkalarının davranışlarını inceleriz. Başkalarının ne yaptığı, söylediği ve düşündüğü hakkında sosyal kanıt ararız.

Sosyal Kanıt Nasıl Çalışır?

Aslında grupların bireysel davranışlar üzerindeki etkisi 1930’lardan beri bilim insanları tarafından incelenmektedir. Sosyal kanıtı incelemek için yapılan ilk deney dizilerinden biri, 1950’lerde sosyal psikolojinin öncüsü olan Solomon Asch tarafından gerçekleştirildi. Asch, daha sonraki yıllarda da benzer deneyler yapmaya devam etti.

Ancak o sırada Asch, bu sosyal ve psikolojik olguyu sürü davranışı olarak adlandırdı. Sosyal kanıt terimi, psikoloji profesörü Dr. Robert Cialdini’nin Influence: The Psychology of Persuasion adlı kitabında ortaya attığı 1984 yılına kadar popüler olmadı Daha fazla bilgi için bu yazımıza göz atabilirsiniz. Asch Uyum Deneyi: Bir Bardak Kahveye Neden Onca Para Öderiz?

Bu kitapta Cialdini, sosyal kanıtın iknanın altı temel ilkesinden biri olduğunu öne sürdü. Kitap sonrasında pazarlamanın temellerinden birini oluşturacaktı. Devamında da sosyal kanıt, tüketici davranışının nasıl manipüle edileceğini daha iyi anlamak için geniş çapta incelenen bir fenomen haline geldi.

Sosyal Kanıt En Çok Pazarlama Sektörünün İşine Yarar

Bir sosyal kanıt örneği
Sosyal kanıt, genellikle insanların belirli ürünleri satın almasını sağlamak için bir pazarlama tekniği olarak kullanılır. Pazarlamacılar, tüketicileri diğer insanların da ürünlerini satın aldığına ve beğendiğine inandırmaya çalışırlar.

Sonucunda herhangi bir mağazaya girdiğimiz zaman bir çok kişinin belli bir ürünü incelediğini gördüğümüz zaman ister istemez biz de kendimizi aynı ürünü incelerken buluruz. Ancak elbette online bir alışveriş esnasında bu mümkün olmayacaktır. Ancak bunun içinde işletmeler başka yollar bulmuşlardır.

Bu, alışveriş yapılan bir sitedeki müşteri incelemelerini vurgulamak, sitedeki kişilere şu anda almak istediğimiz şeyin kaç kişi tarafından incelendiğini göstermek veya ürünün güvenilirliğini doğrulamak için web sayfasına sertifikalar eklemek verilecek örneklerden bir kaçıdır.

Reklamlar bu zaafımızı sistematik olarak kullanır. “10 doktordan 9’unun önerdiği…” veya “en popüler…” gibi ifadeler ile tanıtılan ürünleri bir kişinin satın alma olasılığı her zaman daha yüksektir. Bu tip söylemler özellikle sıradan insanlar tarafından size aktarılıyor ise daha etkili olur.

Sosyal kanıt, çok güçlü bir ikna silahıdır. Gerçek hayatta hiç beklemediğiniz sonuçlar ile yüzleşmenize neden olabilir. Örneğin, bir protestoya barışçıl amaçlarla katılan bir kişi etrafındaki herkezin şiddet uyguladığını görürse aynı biçimde davranma ihtimali vardır. Mekanizmasının nasıl çalıştığı ve kişisel yaşamımızı, tüketici seçimlerini, eğitimi, sosyal etkileşimleri ve günlük varoluşumuzun diğer tüm yönlerini nasıl etkilediğinin farkında olmak doğru kararlar vermemize yardımcı olacaktır.

Sonuç olarak herhangi bir şirket ürününün “en çok satılan” ürün olduğunu iddia ettiğinde şüpheci olun. İnsanların düşünce hatalarımız üzerinden kazanç elde etmesine müsaade etmeyin. Ayrıca göz atmak isterseniz: Çapa Etkisi İle Çok Para Ödemek İçin Nasıl İkna Edilirsiniz?
---------------------------------


Kaynaklar ve ileri okumalar:
_______________________

Bu Yazılarımıza da Bakmanızı Öneririz

İnsanların Komplo Teorilerine Duydukları İnancı Azaltmak İçin Neler Yapabiliriz?
30/01/2023
10 Kişiden 6’sı Haberlerin Sadece Başlıklarını Okuyor
23/07/2019
Kırık Camlar Teorisi Üçüncü Kısım: Teorinin Zayıf Noktaları
23/09/2021
Kırık Camlar Teorisi’ne Tarafsız Bir Bakış: Kırık Camlar Teorisi Nedir?
07/09/2021
Social Proof: Science, Psychology and Application. With Examples; Yayınlanma tarihi: 2 Ocak 2022; Bağlantı: https://www.convertize.com
What is the Social Proof Theory? Yayınlanma tarihi: 10 Mart 2028; ; Bağlantı: ;https://www.psychologynoteshq.com/
Social Conformity Definition: Normative vs. Informational. (n.d.). Study.com. Retrieved January 8, 2021, from https://study.com/l


Yeri: https://www.matematiksel.org/sosyal-ispat-baskalarinin-ne-yaptigindan-bize-ne/

▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄



Ekonomide Hollanda Hastalığı Nedir? Nasıl Önlenir?


Yazı: Ceren Demir
15/02/2021 Güncelleme 18/01/2023

Ekonomide karşımıza çıkan ilginç terimlerden birisi de Hollanda Hastalığı (Dutch Disease) biçimindedir. Bu isme bakınca aklınıza ister istemez tıp veya biyoloji gibi alanlar gelecektir. Ancak değil. Hollanda hastalığı, bir ülkenin para biriminin değerindeki artıştan kaynaklanan olumsuz sonuçlar için kullanılan ekonomik bir terimdir.

Hollanda Hastalığının bir başka ismi de Aşırı Sıcak Para Hastalığıdır. Aslında bu iki isim sürecin ekonomide yarattığı sıkıntılara da işaret etmektedir. ”Paranın değerlenmesi ne açıdan olumsuzluk yaratır?” diyebilirsiniz. Kısaca aktarmaya çalışalım.

Hollanda hastalığı terimi, The Economist dergisi tarafından 1977 yılında ilk kez kullanıldı. İncelenen konu 1959’da Kuzey Denizi’nde geniş doğal gaz yataklarının keşfinden sonra Hollanda’da meydana gelen bir kriz analizi ile ilgili idi. Hollanda’da doğal gazın bulunması ve ardından ulusal para birimlerinin aşırı değerlenmesi süreci sandığımız gibi olumlu etkilememişti.

Bir ülkenin zengin kaynaklar keşfetmesi ile artık tüm geleceğinin kurtulacağını düşünsek de işler bu biçimde yürümez. Nitekim Hollanda’da da aynı süreç yaşanmıştı. Yeni keşfedilen zenginlik ve muazzam petrol ihracatı, Hollanda loncasının değerinin keskin bir şekilde artmasına neden oldu. Bu durum Hollanda’nın petrol dışı tüm ürünlerin ihracatını dünya pazarında daha az rekabetçi hale getirdi. İşsizlik %1,1’den %5,1’e yükseldi ve ülkedeki sermaye yatırımı düştü.

Hollanda Hastalığı Nedir? Neden Kaynaklanır?

Yukarıda aktardığımız süreçlerin devamında, Hollanda hastalığı, büyük petrol rezervlerinin keşfi gibi görünüşte iyi haberlerin bir ülkenin ekonomisini olumsuz etkilediği paradoksal durumu tanımlamanın kısa bir yolu olarak ekonomik çevrelerde yaygın olarak kullanılmaya başlandı.

Aşırı Sıcak Para Hastalığı dediğimiz diğer adındaki ipucuna göre durum şöyle gelişiyor. Kaynak ülkeyi aniden zenginleştirir, ülkenin ulusal parasının değeri yükselir yani diğer paralara karşı değer kazanır. Ülkenin ithalatı daha ucuz hale gelirken (sonuçta en değerlisi kendi parası) ülkenin yabancı sermaye akışı da artar. Ancak, ithalat artışı ve salt o kaynağa yönelik şekillenmeye başlayan üretim anlayışı bir süre sonra sanayiye ağır darbe vurup sanayisizleşme yaratır. Diğer üretimler azalınca ihracat da azalma riskine düşer.

Eğer ucuzlayan döviz sadece tüketimi güçlendiriyorsa, bu geçici süreçler aynı oranda tatsız dönemleri de alttan alta güçlendiriyor özünde. Ancak, yapılan deneysel çalışmalar, işçi dövizleriyle dış yardımların ve yüksek özelleştirme gelirlerinin de benzer sonuçlar yarattığını gösteriyor.

Bu faktörlerden herhangi birinin tetiklemesiyle ülkeye birden döviz yağmaya başlar. Ardından ülkenin ulusal parası değer kazanır. Bu ise ülkenin uzmanlaştığı alana bağlı olarak sanayi ürünleri ihracatını veya tarım ürünleri ihracatını veyahut her ikisini birlikte sekteye uğratır. Ve sonunda başta tarım ve sanayi olmak üzere pek çok sektör çöküntüye gitmiş oluyor.

Hollanda Hastalığı için Bir Örnek

Kaynak: https://www.amerikaninsesi.com/
Günümüzde Hollanda Hastalığını yaşıyor olabileceği düşünülen en somut örnek ülke Venezuela’dır. Yerkürede tespit edilmiş petrol rezervlerinin yüzde 20’si ile en büyük petrol kaynaklarına sahip ülke olan Venezuela 1998’de işbaşına gelen Hugo Chavez iktidarının ilk yıllarında uyguladığı politikalar ile petrol zenginliğini tabana yaymayı başarmıştı. Bu sayede bir kaç yıl içerisinde kişi başına milli gelir 4 bin dolar seviyelerinden 10 bin dolar seviyelerine yükseldi.

Bu durum da Venezuela ekonomisi elbette büyüttü. Ancak ithalatın artması, yerli üretimin büyüyememesi ya da azalması sonucunu da doğurdu. İlerleyen yıllarda petrol fiyatlarının düşmesiyle, Venezuela ithalat yetkinliğini yitirdi. Sonrasında da ekonomik kriz kendini gösterdi. Üretim hali hazırda zayıflamış olduğu için yokluk ortaya çıktı. Devamında da hiper enflasyon yüzde 14.000 civarında seyretti.

Hollanda Hastalığı Nasıl Önlenir?

Hollanda hastalığı bazı tedbirler ile önlenebilir.
1. Yerli paranın değerlenmesinin yavaşlaması
Hollanda hastalığının olumsuz etkilerini önlemek için kur değerlemesinin yavaşlaması kolay bir stratejidir. Bazen, doğal kaynakların ihracatından elde edilen gelirlerin harcamalarının yumuşatılmasıyla elde edilebilir. Bunu yapmanın en yaygın yöntemlerinden biri, bir servet fonu oluşturmaktır.

Avustralya, Kanada, Norveç ve Rusya dahil olmak üzere birçok gelişmiş ve gelişmekte olan ülke, büyük servet fonlarını yönetmektedir. Bu servet fonları ekonomiye sermaye girişlerini dengelemeyi amaçlar. Fazla gelirler, ekonomiyi çeşitlendirmeye yardımcı olacak eğitim veya altyapıya harcanabilir. Sonucunda tüm bunlar; imalatın, ihracatın, rekabet gücünün artmasına ve daha yüksek ücretler oluşmasına yardımcı olur.

2. Ekonominin çeşitlendirilmesi
Ekonominin çeşitlendirilmesi, Hollanda hastalığının ekonomi üzerindeki olumsuz etkisini neredeyse ortadan kaldırabilecek bir stratejidir. Ekonomik çeşitlilik, ekonominin geri kalmış sektörlerine destek olunarak veya yerli üreticileri desteklemek için tarifeler oluşturularak sağlanır.

Ayrıca, lüks hizmet ve ürünlerin daha yüksek vergilendirilmesi de, ekonominin uzun vadede sürdürülebilir olmayan lüks tüketime eğilmesini önler. Zenginlik birkaç milyarderin elinde toplandığında ‘Hollanda Hastalığı’ etkisi daha kötü olur. Daha fazla gelir dağılımı, daha çeşitli bir ekonomi sağlar. ▄

______________________________
Tarihin En Kısa Savaşı Sadece 38 Dakika Sürdü!
Lale Çılgınlığı: Tarihin İlk Ekonomik Balonunun Hikayesi
Ekonomi Bilimi İçin Neden Matematik Gereklidir?
Kaynaklar ve ileri okumalar için:

Bu Yazılarımıza da Bakmanızı Öneririz
______________________________

Sosyal Kanıt: Başkalarının Ne Yaptığından Bize Ne!
26/04/2019
İnsanların Komplo Teorilerine Duydukları İnancı Azaltmak İçin Neler Yapabiliriz?
30/01/2023
10 Kişiden 6’sı Haberlerin Sadece Başlıklarını Okuyor
23/07/2019
Kırık Camlar Teorisi Üçüncü Kısım: Teorinin Zayıf Noktaları
23/09/2021

Dutch disease; yayınlanma tarihi: 15 Kasım 2017; Bağlantı: ttps://www.economicshelp.org/
What Is Dutch Disease?; Yayınlanma tarihi: 31 Ekim 2021; bağlantı: https://www.investopedia.com/
Ekonomide Hollanda Hastalığı ve Türkiye örneği; Bağlantı: https://haber.tobb.org.tr
Dutch disease: It’s not just the oil; it’s the oil barons; Yayınlanma tarihi: 12 Kasım 2014; Bağlantı: https://blogs.worldbank.org

Yeri: https://www.matematiksel.org/ekonomide-hollanda-hastaligi-nedir/




[Edited at 2023-01-30 18:31 GMT]
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 19:59
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
___________ Jan 31, 2023

--Tümüylen alıntıdır--


Singapur Matematiği Nedir? Standart Matematik Eğitimden Hangi Biçimde Ayrışmaktadır?


Yazı: Sibel Çağlar
17/07/2018 Güncelleme 31/01/2023


Ülkemizde bir aralar özellikle özel okullarda bir Singapur Matematiği modası hakimdi. Bu nedenle okullara çeşitli kitaplar getiriliyor, öğretmenler seminerlere gönderiliyor ve derslerin işleniş biçiminin Singapur matematiğine uygun
... See more
--Tümüylen alıntıdır--


Singapur Matematiği Nedir? Standart Matematik Eğitimden Hangi Biçimde Ayrışmaktadır?


Yazı: Sibel Çağlar
17/07/2018 Güncelleme 31/01/2023


Ülkemizde bir aralar özellikle özel okullarda bir Singapur Matematiği modası hakimdi. Bu nedenle okullara çeşitli kitaplar getiriliyor, öğretmenler seminerlere gönderiliyor ve derslerin işleniş biçiminin Singapur matematiğine uygun olması talep ediliyordu. Aslında bu modanın nedenini anlamak çok da zor değil. Sonucunda uzun zamandır Singapur’lu öğrencilerin uluslararası sınavlarda da gösterdiği akademik başarılar dikkat çekmektedir.

Birazdan Singapur matematiğine göz atacağız. Ancak öncelikle Singapur’da öğretmen olmanın ne anlama geldiğini bir düşünelim. Sonucunda Singapur eğitim sisteminin en belirgin özelliği öğretmene yaptığı yatırımdır. Ülkede öğretmenlik sözde değil özde de saygın bir meslektir. Öğrenim hayatında başarılı olan öğrenciler yüksek öğretim sürecinde öğretmenliğe yönlendirilir. Singapur ayrıca bütçesinin yüzde 20’sini eğitime ayırıyor.


Singapur 1960’lı yıllarda yoksul bir ülkeyken, okuma yazma bilmeyenlerin oranı da yüksekti.
Bunun nedeni elbette öğretmenlerin maddi sorunlarının çözülmüş olmasıdır. Öğretmenlik diplomasına sahip öğretmenler, eğitim niteliklerine ve deneyimlerine bağlı olarak ayda 2.200 – 3.550 ABD Doları kazanabilirler.

Ayrıca 2022 itibariyle, Singapur’daki insanların yaklaşık %90’ının kendi evleri vardır. Bu da çok az kişinin kira ödemek zorunda kaldığı anlamına gelir. Yaşam koşulları olumlu olunca da elbette eğitimin genelinde olumlu bir hava hakim olacaktır. Bundan da matematik de nasibini alır.

Singapur Matematiği Neden Farklıdır?

Eğitim Bakanlığı tarafından geliştirilen ve tüm okullarda uygulanan ulusal matematik programına Singapur Matematiği adı verilmektedir. Ancak elbette bu ismi sadece Singapur dışında yaşayanlar kullanıyor. Sonucunda Singapur matematiği ülkenin standart matematiğidir.

Singapur 1960’lı yıllarda yoksul bir ülkeyken, okuma yazma bilmeyenlerin oranı da yüksekti. Ülkede ayrıca petrol gibi doğal kaynaklar da yoktu. Bu nedenle Singapur insana yatırım yaptı. Ezberden çok öğrenme sürecine odaklanan “Düşünen Okullar, Öğrenen Ulus” adlı bir politikayı yürürlüğe soktu. Sloganı da “Daha öz öğret, daha çok öğren” oldu.

Singapur Matematiğinin temel özelliği, geleneksel batı matematik müfredatına göre çok daha az sayıda konunun çok daha detaylı ele alınmasıdır. Müfredat temelinde resim ve diyagramlarla problem çözmeye odaklanır.

Amerikalı psikolog Jerome Bruner’in çalışmasına dayanan Singapur müfredatı somut, görsel ve soyut biçiminde üç aşamadan oluşur. Somut eğitim düğmeler, kağıt şeritler, legolar gibi nesnelerle uygulamalı grup etkinlikleriyle başlar. Öğrenciler bu nesneler aracılığı ile sayı saymayı öğrenir. Daha sonra nesneleri fiziksel olarak ekleyerek veya çıkararak toplama veya çıkarma gibi temel aritmetik işlemleri yapmaya başlar.

Somuttan Soyuta Geçiş

Daha sonra öğrenciler, soyut denklemlere geçmeden önce somut nesnelerin temsillerini çizerek resimsel aşamaya geçerler. Öğrenciler bu aşamada bir nesnenin belirli miktarlarını temsil etmek için “çubuk modeller” adı verilen diyagramlar kullanırlar.

Örneğin, kısa bir çubuk beş boncuğu temsil ediyorsa, iki katı uzunlukta bir çubuk on tanesini temsil eder. Öğrenciler, iki çubuk arasındaki farkı görselleştirerek, bir çubuğu diğerine ekleyerek toplama problemlerini çözmeyi öğrenirler. Çıkarma, çarpma ve bölmeyi içeren diğer matematik problemlerini çözmek için bu yöntemi kullanırlar. Çubuk modelleme sistemi özellikle problem çözmeyi görselleştirme anlamında oldukça faydalıdır.


Toplama ile ilgili problemi çözmek için kullanılan bir çubuk modeli. Bu resimsel yaklaşım tipik olarak Singapur matematiğinin temelini oluşturur. Öğrenciler “çubuk modellere” hakim olduktan sonra ise soyut yöntemlerle matematik eğitimine devam ederler.

Öğrenciler somut nesneler ve diyagramlar kullanarak kavramları tam olarak anladıktan sonra soyut öğrenmeye geçerler. Soyut aşamada, geleneksel matematikte kullanılan sayılar ve semboller kullanılmaya başlanır.

Singapur matematiğinde arka arkaya öğretilen konular bilimsel çocuk gelişimi teorileri baz alınarak geliştirilmiştir. Her becerinin bir önceki üzerine kurulduğu bir yaklaşıma sahiptir. Dikkatle oluşturulmuş bu sistem sonucunda öğrenciler problem çözme yeteneğinin yanında her sene artan zorlukta gelen matematik konuları ile başa çıkabilecekleri donanımı da elde ederler.

Singapur Eğitimi Temelinde Rekabetçi Bir Eğitimdir

Singapur matematiğinin en önemli temeli model çizimi. Öğrencilerden, çubuk model yöntemini kullanarak bir denklemi nasıl çözdüklerini düzgün bir biçimde göstermeleri beklenir. Sınıftan bir kare. Kaynak: https://www.ednc.org/

Bir eğitimci gözüyle baktığımızda basitçe gözlemleyebileceğimiz gibi aslında Singapur matematiğinin diğer matematik öğretme tekniklerinden çok önemli bir farkı yok. Sistemin en güçlü yani sadeleştirilmiş ve beceri eğitimi üzerine kurulmuş bir müfredat olmasından geliyor. Ayrıca basitleştirilmiş bir mantıkla matematik öğretilmesi sizi yanıltmasın.

Singapur’da Türkiye gibi bir sınav ülkesidir. En iyi okullara ve üniversitelere erişmek için çocuklar PSLE olarak bilinen ve eğitimlerine nasıl bir ortaokulda devam edeceklerini belirleyen ilkokul bitirme sınavlarına erken yaştan itibaren hazırlanmaya başlarlar.

Kusursuzluğu arayışın bir yan etkisi de elbette yaşadıkları stresten etkilenen çocukların sayısında gözlemlenen artıştır. Bu nedenle eğitim sistemleri ülke dışında hayranlıkla takip edilse bile ülke içinde oldukça eleştirilmektedir.

_____________________________

Bu Yazılarımıza da Bakmanızı Öneririz

Bilimsel Yöntem Nedir? Bir Bilimsel Araştırma Nasıl Yapılır?
10/10/2018
Sınava Son Gece Çalışmak Neden İşe Yaramaz?
19/02/2018
Not Almanın En İyi Ve Etkili Yolu Nedir?
01/03/2018
Etkili Öğrenme İçin Yetkinlik Merdiveni Ve Dreyfus Modelini Deneyin
02/10/2021

Sonuç olarak Singapur matematiğine geri dönersek, bu matematik artıları ve eksileri ile birlikte gelmektedir. Sonucunda öğrencilerden kuralları ve formülleri ezberlemek yerine kavramları ve becerileri öğrenmeleri beklenir.

Daha az konuyu kapsar ve kavramların yerleşmesi için öğretmenlere zaman tanır. Ders ve çalışma kitaplarının okunması ve anlaşılması kolaydır. Ayrıca ders kitapları sıralıdır, daha önce öğrenilen kavram ve beceriler üzerine kuruludur. Bu da ek çalışma gerektirmeden öğrenmeyi hızlandırır.

Gördüğünüz gibi bu sistem ne yazık ki ülkemiz sistemi ile uyumlu değildir. Bu nedenle bir iki kitaptan örnek çözerek Singapur matematiğini Türkiye’de olması gerektiği gibi öğretmen mümkün değildir. Son olarak hatırlatalım. Bu öğretim biçimi anaokulundan 8. sınıfın sonuna kadar geçerlidir. Lise ve devamında öğretilen matematik müfredatı standarttır. Yazının devamında göz atmak isterseniz: Toplum 5.0: Japonya Öğrencilerini Geleceğe Nasıl Hazırlıyor?
------------
Kaynaklar ve ileri okumalar için:

Singapore math; https://en.wikipedia.org/
Singapur’u eğitimde dünyanın en iyisi yapan tartışmalı model; https://www.bbc.com/
What Is Singapore Math? Yayınlanma tarihi: 19 Aralık 2022; Bağlantı: https://www.verywellfamily.com


Yeri: https://www.matematiksel.org/basarili-bir-model-singapur-matematigi/
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 19:59
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
__________ Feb 2, 2023

--Hepisi alıntıdır--


Elmas Neden Değerlidir? Bu Sorunun Cevabı Düşündüğünüzden Çok Daha Farklı



Yazı: Sibel Çağlar
09/12/2022

Günümüzde değerli taşlardan bahsedildiği zaman akla ilk gelenlerden birisi elmas ya da pırlanta olacaktır. İkisini genellikle farklı sansak da aslında pırlanta elmasın işlemin haline verilen bir isimdir. Her ne kadar nadir olan değerlidir diye düşünsek de asl�
... See more
--Hepisi alıntıdır--


Elmas Neden Değerlidir? Bu Sorunun Cevabı Düşündüğünüzden Çok Daha Farklı



Yazı: Sibel Çağlar
09/12/2022

Günümüzde değerli taşlardan bahsedildiği zaman akla ilk gelenlerden birisi elmas ya da pırlanta olacaktır. İkisini genellikle farklı sansak da aslında pırlanta elmasın işlemin haline verilen bir isimdir. Her ne kadar nadir olan değerlidir diye düşünsek de aslında elmas dünyada bolca vardır. Yani günümüzde çok da nadir değildir. Elmasların nadir ve değerli olduğu fikrinin yaratılması için ustaca bir komplo ve reklam gerekmiştir. İşte bu noktada işin içine De Beers girer.

Elmaslar yerkabuğunun derinliklerinde, 1.000 derecenin üzerindeki sıcaklıklarda karbonun ezilmesiyle oluşur. Temelinde elmas ve kömür aynı şeydir. Elmaslar dünyadaki en sert maddedir. Aslında elmasları kesip şekillendirebilen tek malzeme başka bir elmastır.

Elmasların Değeri Sömürgecilik İle Birlikte Artmıştır
Elmas madenciliğinin ve elmas takı üretiminin bilinen en eski kökenleri, MÖ 4. yüzyılda Hindistan’dır. On üçüncü yüzyılda, elmaslar sadece kraliyet ailesinin ilgisini çekiyordu. Bunun nedeni elbette o zamanlar gerçekten elmasların nadir olmasıydı.

Bununla birlikte, genç bir çocuğun 1867’de Güney Afrika’da toprak ve kayanın arasında “parıldayan bir çakıl taşı” görmesiyle işler değişecekti. Keşfin yapıldığı çiftliğin sahipleri Nicholas ve Diederik Arnoldus de Beer, çiftliklerini maden arayıcılarına sattılar. De Beers çiftliğinin satışından sonra, binlerce hevesli maden arayıcısı bir servet elde etmek hayali ile bölgeye akın etti.

Cecil Rhodes
Bunlardan birisi de yirmi bir yaşındaki İngiliz Cecil Rhodes’du. Rhodes, elmas aramak yerine çok sayıda maden arayıcısına hizmet vermeyi daha karlı bulacaktı. Öncelikle kazıcılara dondurma ve su satarak para kazanmaya başladı. Bu süre zarfında gözlemler yapan Rhodes, sonucunda bir servet kazanma fırsatını keşfetti.

Sonrasında da Güney Afrika’nın ilk buhar pompasını ithal etti. Daha sonra tüm Kimberley için bir su pompalama tekeli kurdu. Pompalarının kullanım fiyatlarını yükselttiği için, küçük maden sahipleri bu durumda işten çekilmek zorunda kaldı. Sonucunda Rhodes, yirmi yedi yaşında De Beers madeninin kontrolünü ele geçirecekti.

De Beers Madencilik Elmas Piyasasını Kontrol Etmeye Başlıyor
Ancak bir sorun vardı. Bir anda piyasa elmaslarla dolmuştu. Elmasların nadir olma durumu ortadan kalkmış ve fiyatları ucuzlamaya başlamıştı. İngiliz finansörler, yatırımlarının tehlikede olduğunu hemen anladılar. Sonucunda çıkarları doğrultusunda üretimi kontrol edecek ve elmas kıtlığı yanılsamasını sürdürecek tek bir isim altında birleşmeye karar verdiler. Bunun sonucu olarak da 1888 yılında Güney Afrika’da De Beers Consolidated Mines kurulacaktı. Madencilik şirketinin kurucusu ise yine Cecil Rhodes idi.

De Beers, elmas ticaretindeki etkisi arttıkça dünya çapında birçok biçim aldı. Arz ve talebi ve dolayısıyla fiyatları kontrol etmek için Londra’daki “The Diamond Trading Company” ve İsrail’deki “The Syndicate” de dahil olmak üzere ” The Diamond Syndicate” aracılığıyla dağıtım kolları oluşturdu.

De Beers Consolidated Mines Limited, dünyadaki elmas üretiminin yüzde doksanını kontrol ediyordu. Sonraki on yıllarda De Beers, bir kerede piyasaya sürülen elmas sayısını kısıtlayarak elmasların nadir olduğu algısını korumayı başardı.

1902’de Rhodes kırk sekiz yaşında öldü. Hiç evlenmediği ve varisi olmadığı için Rhodes, tüm servetini Oxford Üniversitesi’ne bıraktı. Rhodes’un ölümünden bir yıldan kısa bir süre sonra, De Beers’in kontrolünü Alman asıllı sanayici Ernest Oppenheimer ele geçirdi. Oppenheimer tedarikçiler ve alıcılarla özel sözleşmeler yaparak, De Beers dışında elmaslarla uğraşmayı imkansız hale getirdi. Sonucunda 1930’da elmas endüstrisinin çoğunluğunun kontrolünü ele geçirdi.

Elmas üretiminin kontrol altına alınmasından sonra Büyük Buhran dönemi geldi. 1920’lerde Amerika Birleşik Devletleri’ndeki refah, özellikle zengin sınıflar arasında elmas nişan yüzüklerinin popülaritesinin artmasına yol açmıştı. Ancak ekonomik zorluklar ile boğuşulduğu bir dönemde elmaslar ve mücevherler Amerikalılar için düşük bir öncelik halini aldı. De Beers, büyük bir arz ve önemsiz bir taleple karşı karşıyaydı. Bu nedenle de yeni bir strateji geliştirmesi gerekiyordu. Çare olarak bir reklam ajansı ile anlaşmaya karar vereceklerdi.

Elmas Yüzük Takma Ve Aşk İlişkisi Akıllı Bir Reklam Stratejisiydi

N.W. Ayer reklam ajansı, De Beers için ilk pazar araştırmasını yaptı. Sonrasında ajans, tüketicilerin elmasları bir aşk sembolü olarak algıladığını keşfetti. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki elmas ticaretini artırmanın en iyi yolunun, erkekleri nişanlıları için bir elmas nişan yüzüğü almanın sevgilerini kanıtlamanın gerekli bir yolu olduğuna ikna etmek olduğunu söyledi. Üstelik elmas ne kadar büyükse, ifade edilen sevgi de o kadar büyük olacaktı.

Elmas neden değerli

Ajans daha sonra hızla Amerika Birleşik Devletleri’nde elmaslarla ilgili sosyal tutumları değiştirmek için bir kampanya tasarlamaya koyuldu. İlk kampanya çalışmaları erkekleri hedef aldı ve Eylül 1939’da yayınlandı. Reklamlar, bir kadına elmas vermenin, bir erkeğin gücünün ve başarısının bir göstergesi olacacağını dile getiriyordu.

Elmasın Değeri Konusunda Aslında Sonsuza Kadar Kandırıldık
Birkaç yıl sonra, N. W. Ayer kadınları hedef almaya başladı. NW Ayer, orta ve üst sınıf bir kitleye ulaşmak için Vogue, Harper’s Weekly, Fortune, Life, Saturday Evening Post, Time ve The New Yorker gibi dergilere tam sayfa renkli reklamlar verdi.

En etkili reklam 1947’de “Bir elmas sonsuza kadardır” sloganının yaratılmasıyla geldi. Bu daha sonra şirketin resmi sloganı olacaktı. Sonuçta sonsuz aşk ile bir elmas kendini eşleştirmeyi başarmıştı. Sonrasında De Beers, Japonya, Almanya ve Brezilya gibi yerlerde benzer reklam kampanyaları kullanarak yeni uluslararası pazarlar oluşturdu.

Japonya’nın hiçbir zaman romantik bir evlilik geleneği olmamıştı. Ancak ustaca reklamlar kullanarak, elmasları modernleşmenin bir sembolü olarak gösteren De Beers, yılda milyar dolarlık bir endüstri kurmayı başardı. 1981’de Japon gelinlerinin neredeyse yüzde 60’ı elmas takıyordu. Oysa ki 1967’de bu oran yüzde 5’ti.

Bu Yazılarımıza da Göz Atınız

9’dan 5’e Günde 8 Saat Çalışma Fikrini Kim Buldu?
Casuslar Kısa Dalga Radyo Kanalları Aracılığı İle Nasıl Haberleşir?
Satranç Bir Zamanlar Deliliğe, İntihara Ve Hatta Cinayete Neden Olmakla Suçlanıyordu.
Çar Bombası: Şimdiye Kadar Yapılmış En Güçlü Nükleer Silah

Bir Gelenek Yaratarak Para Kazanmak

21. yüzyılın başlarında, elmas üreten şirketler De Beers’in tekelinden bıktı ve şirket için bir yapı değişikliğini zorunlu kıldı. Son on yılda De Beers, ham elmas tedarik etmekten ve tüm sektörü kontrol etmekten uzaklaştı, bunun yerine kendi elmas markasını ve perakende mağazalarını tanıtmaya odaklandı. De Beers’i dünyanın en güçlü tekeli yapan kişiler artık işin içinde olmasa da şirketin kendisi milyar dolarlık bir şirket olmaya devam ediyor.

Sonuç olarak elmas aslında biz ona hala değer verdiğimiz için değerli. Bu yazının sonunda bu ışıltılı taş ile olan ilişkinizi bir kere daha düşünmenizi isteriz.

Dünyadaki En Sert Malzeme Elmas Değildir! İşte Onu Geçenler…

Altın Neden Tarih Boyunca Her Zaman Değerli Bir Metal Olmuştur?
Hedonizm Nedir? Hedonizm Mutlu Bir Yaşamın Anahtarı Olabilir mi?
Asteroit Madenciliği Geleceği Şekillendirecek
Nasa 16 Psyche Asteroidine Neden 10.000 Katrilyon Dolar Değer Biçiyor?
---------------

Kaynaklar ve ileri okumalar

Have You Ever Tried to Sell a Diamond?. Yayınlanma tarihi: Şubat 1982; Bağlantı: https://www.theatlantic.com/
Why Do Diamonds Cost So Much? Yayınlanma tarihi: 19 Mayıs 2016; Bağlantı: https://www.mentalfloss.com
Creating an Engaging Tradition: N.W. Ayer & Son and De Beers’ Advertising Campaigns in the United States from 1939 to 1952; Bağlantı: https://etd.ohiolink.edu
The Incredible Story Of How De Beers Created And Lost The Most Powerful Monopoly Ever. Yayınlanma tarihi: 19 Kasım 2011; Bağlantı: https://www.businessinsider.com
Matematiksel


Yeri: https://www.matematiksel.org/elmas-neden-degerlidir/



888888888888888888888888888888888888888888888888888888888888888888888888888888888
888888888888888888888888888888888888888888888888888888888888888888888888888888888



Asal Sayılar Nedir? Matematikçiler İçin Neden Bu Kadar Önemlidir?


Asal sayılar matematiğin en büyüleyici gizemlerinden biridir.

Yazı: Sibel Çağlar
13/04/2017
Son güncelleme: 03/02/2023


Dönem dönem manşetlerde karşınıza asal sayılar ile ilgili haberler çıkar. Matematikçiler yeni bir asal sayı keşfettiklerini heyecanla aktarırlar. Konuya yabancı olan birinin aklına bu durum karşısında ister istemez şu soru gelir. “İyi de bu benim ne işime yarayacak?” Eğer siz de bu kişilerden birisi iseniz okumaya devam ediniz. Bu yazıda “Asal sayılar nedir ve neden önemlidir?” sorusunun cevabını anlamaya çalışalım.

Matematikçiler asal sayıları genellikle matematiğin atomları olarak isimlendirirler. Bunun nedeni tüm sayma sayıların temelinde asal sayıların çarpımı ile oluşturulmasıdır. Mesela 12=2x2x3 biçiminde yazılabilir. Bu sayılara bileşik sayılar denir. Bazı sayıları ise ayırmak mümkün değildir: 2, 3, 5, 7, 11, 13, … Bunlara da asal sayılar veya kısaca asallar denir.

1 sayısı asal değildir, dizi 2’den başlar ve 3, 5, 7, 11, 13, 17, 19… biçiminde devam eder. Bir sayısının neden asal olmadığı genellikle merak edilmektedir. Detayları bu yazıda okuyabilirsiniz: Bir Sayısı Neden Asal Sayı Değildir?

Öklid, sonsuz sayıda asal sayı olduğunu kanıtlayan ilk kişi olarak bilinir. 2000 yıl sonra bile kullandığı yöntem etkileyicidir.
Aslına bakarsanız “Asal sayılar nedir? sorusu uzun zamandır matematikçilerin kafasını meşgul etmekteydi. Eski Yunanlılar, asal sayıların birçok özelliğini anlamışlardı. 2300 yıl önce de kendisini daha çok geometriye yaptığı katkılar ile tanıdığımız Öklid, asal sayıların sonsuz sayıda olduğunu göstermişti. (Öklid’in Asal Sayıların Sonsuzluğuna Dair İspatı). Günümüzde bildiğimiz en uzun asal sayı 24.862.048 basamaklı 282.589.933-1 dir.

Eratostenes’in Kalburu Asal Sayıları Anlamak İçin Elimizdeki En Etkili Araçtır
Asal sayıları incelemek için matematikçiler, yalnızca asallar kalana kadar tam sayıları birbiri ardına bir sanal ağ üzerinden eliyorlar. Bu eleme işlemi sayesinde günümüzde bilgisayarlar bir saniyeden daha kısa sürede milyarlarca asal sayı bulabiliyorlar.

Ancak elek fikrinin ana fikri 2000 yılı aşkın süredir değişmedi. Bu konuda bize bir fikir veren ilk kişi Eratosthenes olarak bilinmektedir. Aslında bu fikri hemen hemen her ilk öğretim öğrencisi de bilir. Görünümü aşağıdaki gibi olmaktadır.

Eratostenes’in kalburu: Önce 2’nin katlarını, ardından 3’ü, ardından 5’i, ardından 7’yi (2,3,5,7 hariç) silin. Bunu 2’den 100’e kadar tüm sayılara uygularsanız geriye yalnızca asal sayılar kalacaktır. İlk seçtiğimiz asal sayıların sekiz tane olması durumunda 400’e kadar olan asal sayılar bulunabilir. İlk 168 asal sayının katlarını silersek de 1 milyona kadar olan asal sayıları bulabiliriz. Bu basit çizelgenin gücü buradan gelir.
Daha Büyüklerini Bulma Çabaları
Asal sayıların listelenmesi konusunda dikkate dönük bir çaba harcayan ilk kişi İngiliz bir matematikçi olan John Pell ( 1611-1685) olarak bilinir. 1700’lerin başında 100.000’e kadar olan asal sayıları hesaplamayı başarmıştı. 1800’e gelindiğinde ise bu sayı 1 milyona ulaşmıştı.

1800’lerin ortalarında, matematikçi Jakob Kulik, 100 milyona kadar olan tüm asal sayıları buldu. Bunun için yine Eratosthenes kalburunu kullanıyordu. Ancak gözlemlediği bazı şablonlar sayesinde işi biraz hızlandırmıştı.

Ancak tüm bu çabalar, Carl Friedrich Gauss asal sayıları analiz etmeye karar vermemiş olsaydı, yalnızca bir referans tablosu işlevi görebilirdi. Gauss sayılar ile incelemeler yaptıktan sonra, Gauss, asal sayıların giderek daha az sıklıkta karşımıza çıktığını fark etti. Gauss’un ilk keşfinden bir asır sonra, bulguları “asal sayılar teoremi” ile kanıtlandı. Detaylar burada: Asal Sayı Teoremi Nedir? Neden Gereklidir?

Bugün hesaplamalar bilgisayarlar aracılığı ile yapılsa da matematikçiler yeni şablonlar bulmaya devam ediyorlar. Örneğin, 2 ve 5 hariç tüm asal sayıların sonu 1, 3, 7 veya 9’dur. 1800’lerde bu olası son rakamların eşit sıklıkta olduğu kanıtlanmıştır. Başka bir deyişle, bir milyona kadar olan asal sayılara bakarsanız, yaklaşık yüzde 25’i 1, yüzde 25’i 3, yüzde 25’i 7 ve yüzde 25’i 9 ile biter.

En Büyük Asal Sayı Sürekli Değişiyor, Bunu Nasıl Buluyoruz?
En büyük asal sayı arayışının ardında yatan neden elbette sadece bir rekoru elde tutmak değildir. Büyük sayılar pratikte çok önemlidir. Bu durumda verilen bir sayının asal çarpanlarına ayrılması ile ilgilidir. Küçük bir sayının çarpanlarına ayrılması kolaydır. Ancak sayı büyüdükçe bu durum zorlaşmaya başlar. Bu nedenle daha büyük asal sayılar daha fazla güvenlik demektir. Asal sayıların şifreleme tekniklerinde kullanılmasının sebebi de işte budur.

(GIMPS-Büyük Internet Mersenne Asal Arayışı
Baştan beri dediğimiz gibi asal sayılar sonsuzdur. Bu nedenle en büyük asal sayı diye bir şey yoktur. 1996 yılından beri bu sayıları arama işi Mersenne Prime Search (GIMPS) tarafından sürdürülüyor. Hatta bu arayışa sizler de dahil olabiliyorsunuz. Tek yapmanız gereken bilgisayarınıza küçük bir program indirip bir sayının Mersenne Asalı olup olmadığını kontrol etmek olacaktır. Bu noktada da akla gelen soru elbette Mersenne Asalının ne olduğu oluyor.

Mersenne Asalları İle Asal Sayıların İlişkisi
Günümüzde p doğal sayısı için 2p – 1 şek­lindeki sayılara Mersenne sayıları, bunların asal olanlarına da Mersenne asalları denir. Sebebi, Mersenne’in 1644 tarihli Cogitata Physica-Mathematica adlı eserinde 257’ye kadarki tüm p değerlerinden sadece p = 2, 3, 5, 7, 13, 17, 19, 31, 67, 127 ve 257 değerlerinin bize asal sayı verdiğini iddia etmesidir.

Bugün Mersenne’in beş hata yaptığını biliyoruz. İlk olarak p = 67 ve 257 için Mer­senne sayıları bileşik sayıdır. Ayrıca listede yer almayan p = 61, 89, 107 gibi üç asal sayı da Mersenne Asalıdır. Detaylar burada: Bilinen En Büyük Asal Sayı ve Mersenne Asalları

Mersenne Asalları. Kırmızı ile işaretli olanlar Marin Mersenne tarafından önerilmiştir.
Zaman geçtikçe işin içine bilgisayarlar karıştı. Bunun sonucunda daha fazla Mersenne Asalı ortaya çıktı. Bu tür sayıların asal sayı olup olmadığını kontrol etmek için çok hızlı ve özel yön­temler ortaya kondu. Bunlardan biri Lucas-Lehmer testi olarak bilinmektedir. Bu algoritma ve bilgisayar yardımı ile büyük asal sayı avına çıkabiliriz.

--------------------------------
Bu Yazılarımıza da Göz Atınız

Neden Günümüzde Halen Romen Rakamlarını Kullanıyoruz?
14/11/2020
Altın Oran Nedir? Hakkında Duyduklarımıza İnanmalı mıyız?
03/05/2016
0.99999…=1, Bu Sonuçtan Gerçekten de Emin miyiz?
30/01/2023
3n+1 Diğer Adıyla Collatz Problemi: Kimsenin Çözemeyeceği En Basit Matematik Problemi
24/09/2017
---------------------------------
Asal Sayılar Neden Bu Kadar Önemlidir?
Çok uzun bir süre boyunca, asal sayılar ancak matematikçiler için önemliydi. Asal sayıların gerçekten önemli hale geldiği ilk an, 1970’lerde, asal sayıların açık anahtarlı kriptografi algoritmalarının temeli olarak hizmet edebileceğinin ilk duyurulduğu zamandı. Günümüzde şifreli bir mesaj göndermek için interneti her kullandığınızda asal sayılara dayalı bir algoritma kullanıyorsunuz.

Asal sayılar ayrıca kuantum mekaniği ve soyut cebir gibi alanlarda da önemli rol oynar. Aslına bakarsanız, asal sayılara hiç beklemediğimiz yerlerde de rastlayabiliriz. Örneğin Magicicada cinsi ağustos böcekleri, zamanlarının çoğunu toprak altında kurtçuklar olarak geçirirler. 7, 13 veya 17 yıl sonra ortaya çıkarlar. Ve bu sayıların hepsi asal sayılardır.

Periyodik ağustos böcekleri
Eğer, bu ağustos böceklerinin 12 yıllık yaşam döngüleri olsaydı, 1, 2, 3, 4 veya 6 yıllık yaşam döngülerine sahip olan diğer türler tarafından bulunmaları ve avlanmaları çok daha kolay olabilirdi. Detaylar için: Asal Sayılar ile Ağustos Böcekleri Arasındaki Bağlantı Ne Olabilir?

Asal sayılar ile ilgili bu noktaya kadar aktardıklarımız sadece bir ön bilgi niteliğindedir. Bu sayılar ile ilgili daha bir çok gizem çözümsüz olarak beklemektedir. Örneğin, asal sayıların sayı doğrusu boyunca nasıl dağıldığıyla ilgili olan Riemann hipotezi, herhangi bir çözümün 1 milyon dolar değerinde olduğu yedi büyük “milenyum probleminden” biridir.

Kaynaklar ve ileri okumalar için:

Why should we care about prime numbers?; https://mashable.com/
Why Prime Numbers Still Surprise and Mystify Mathematicians; Yayınlanma tarihi: 2 Nisan 2018; Bağlantı: https://www.smithsonianmag.com
Matematiksel

Yeri: https://www.matematiksel.org/asal-sayilar-neden-onemlidir/



[Bearbeitet am 2023-02-03 08:11 GMT]
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 19:59
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
_ Feb 3, 2023

--Aşağıdakilerin hepisi toplum yararına sağdan soldan alınmadır--



Altın Oran Fotoğraf Çekerken Ne İşimize Yarar?


Altın oran hakkında bilgi sahibi olmanız daha iyi fotoğraf çekmenize yarayabilir...

Yazı: Sibel Çağlar
08/08/2017 Son güncelleme: 03/02/2023


Bir doğa yürüyüşüne çıktığınızı ve muhteşem bir manzaraya denk geldiğinizi düşünün. Muhtemelen cebinizdeki
... See more
--Aşağıdakilerin hepisi toplum yararına sağdan soldan alınmadır--



Altın Oran Fotoğraf Çekerken Ne İşimize Yarar?


Altın oran hakkında bilgi sahibi olmanız daha iyi fotoğraf çekmenize yarayabilir...

Yazı: Sibel Çağlar
08/08/2017 Son güncelleme: 03/02/2023


Bir doğa yürüyüşüne çıktığınızı ve muhteşem bir manzaraya denk geldiğinizi düşünün. Muhtemelen cebinizdeki telefon ya da fotoğraf makinesi aracılığı ile gördüğünüz görüntüyü ölümsüzleştirmek isteyeceksinizdir. Ancak doğru bir ışık olsa bile tek başına kameranızın özellikleri sizin iyi bir fotoğraf çekmenizi sağlamayacaktır.

Başarılı bir fotoğraf için ihtiyacınız olan şey kompozisyondur. Bu nedenle, fotoğrafçıların zaten bildiği, üçte bir kuralı, güçlü bir kompozisyon aracı olarak işinize yarayacaktır. Ayrıca bu kuralın altın oran ile de yakından ilgisi vardır.

Üçte bir kuralı, 18. yüzyılın sonlarında ressam John Thomas Smith tarafından formüle edilmiştir. Bu kural sanatçılara kompozisyon öğelerini farklı oranlarda sahne içinde konumlandırmalarını tavsiye eder. Yani bir manzarayı yarı deniz ve yarı gökyüzü biçiminde kullanmak yerine, denizi çerçevenin alttan üçte birlik kısmına yerleştirmelisiniz.

Ayrıca, gökyüzünü de çerçevenin üstten üçte ikilik kısmına koyarsınız daha dinamik bir kompozisyon elde edebilirsiniz. Üçte bir kuralı sadece fotoğrafçılık için tasarlanmamıştır. Ressamlardan görüntü yönetmenlerine kadar bir çok kişi, etkili sonuçlar elde etmek için, bu kuralı kullanır.

Çerçeveyi, yatayda ve dikeyde 3’er bölüm olmak üzere dokuz eşit parçaya bölen dört çizgi düşünün. Üçte bir kuralına göre, bu çizgilerin birleşme yerlerine eğer modelinizi konumlandırmanız gerekiyor. Bu sayede fotoğrafınız çok daha ilgi çekici olacaktır. Günümüzde ister cep telefonu, ister dijital fotoğraf makinesi ile çekim yapın, her durumda bu kurala uygun bir sanal ızgara seçeneğine ulaşmanız mümkündür.

Çarpıcı bir fotoğraf ile sıkıcı bir fotoğraf arasındaki fark kompozisyon ile ilgilidir.

Üçte Bir Kuralının Altın Oran İle İlişkisi Nedir?

Altın oran, karşımıza pek çok alanda çıkan bir geometrik orandır. Yaklaşık olarak 1.618 sayısına eşittir. Doğada göze hoş gelen birçok nesne bu orana uyduğu için, altın oran aynı zamanda estetiğin matematiksel ölçüsü olarak da değerlendirilmektedir. Üçte bir kuralı her fotoğrafçının öğrendiği kompozisyon kuralı olsa da, aslında bu altın oranın basite indirgenmiş halidir.

Uzun kenarının kısa kenarına oranı altın oranı veren dikdörtgene altın dikdörtgen denir. Altın dikdörtgenin ayırt edici özelliklerinden biri, şeklin içinden bir kare çıkarıldığında yine bir altın dikdörtgen elde edilmesidir.

Yeni dikdörtgen, ilkiyle aynı oranlara sahiptir. Kare çıkarma işlemini sonsuza kadar devam edebilirsiniz. Her durumda ilk dikdörtgeniniz ile aynı oranlara sahip yeni bir dikdörtgen geriye kalacaktır. Ayrıca bu karelerin köşeleri, özel bir logaritmik spiral olan, altın spiral üzerindeki sonsuz nokta dizisine karşılık gelir.

Altın spirali elde etmek için altın dikdörtgeni bölmemiz gerekir.

Birçok fotoğrafçı günümüzde üçte bir kuralı yerine altın spiralin kullanılmasının daha iyi bir seçenek olduğunu düşünüyor. Bu sayede doğal ve göze hoş gelen kompozisyonlar oluşturmak daha kolay hale geliyor.

Fotoğraf makinelerinde bu amaca uygun hazırlanmış ızgaralar ile karşılaşmış olmanız da muhtemeldir. (Phi ızgara). Bu ızgaranın üçte bir ızgaradan farkı mevcut dikdörtgenlerin birbirinden farklı boyutlarda olmasıdır. Bu hizalama neticesinde fotoğrafta vurgulanmak istenen nesne daha çok merkeze yakın bir yer alır. Sonucunda da fotoğraf daha estetik görünür.

Altın Oran Fotoğraf Çekerken Nasıl Kullanılmalıdır?

Altın oran fotoğraf çekerken de işinize yarayacaktır.

Fotoğrafta altın oranı uygularken en küçük dörtgen yani spiralin başlangıç noktası en çok vurgulamak istediğiniz noktaya denk gelmelidir. İdeal olarak, nesnenin geri kalanı da spiralin içine yerleştirilmelidir. Spiralin merkezinin sağ alt ya da üst köşede olması fark etmeyecektir. Nesnenize bağlı olarak çerçevenin herhangi bir yerinde olabilir. Yukarıda bunun güzel bir örneğini görebilirsiniz.

Bir fotoğraf çekiminde ustalaşmak ve kompozisyona hakim olmak uzun süreli çalışma gerektirir. Bu nedenle fotoğrafçılar işe ilk olarak Üçte Bir Kuralı, ardından Phi ızgara, ardından da altın spiral kullanarak kendimizi geliştirmemizi önerirler.

Amerikalı doğa fotoğrafçısı Ansel Adams, 20. yüzyılın en iyi fotoğrafçılarından birisi olarak tanınıyor. Ansel Adams’ın Amerikan vahşi doğasının siyah-beyaz manzaraları o kadar ikoniktir ki çoğu insan bir Adams fotoğrafını gördüğünde tanır.

Kendisi yukarıda aktardığımız tekniği de fotoğraflarına başarı ile aktarıyor. Yazımıza çalışmalarından bazılarını ekledik. Gördüğünüz gibi matematik sayesinde daha güzel fotoğraflar çekmeniz mümkündür. Ancak elbette sadece matematik yetmez. Bunun için bolca da pratik yapmanız gerekmektedir.

Tutkulu bir çevreci olarak Adams, fotoğraflarının doğanın ihtişamını yansıtacağını, izleyenlerin bundan etkileneceğini, sonucunda da onu keşfetmeye ve korumaya mecbur kalacaklarını umuyordu. Aynı dilekleri bir kere daha diliyoruz. Göz atmak isterseniz: Altın Oran Nedir? Hakkında Duyduklarımıza İnanmalı mıyız?
------------------------

Bu Yazılarımıza da Göz Atınız
Stirling Formülü: Faktöriyel Hesaplarına Farklı Bir Yaklaşım
04/05/2020
Asal Sayılar ile Ağustos Böcekleri Arasındaki Bağlantı Ne Olabilir?
08/11/2020
Matematiksel Modeller
SIR Modeli Nedir? Matematik Bir Salgınla Nasıl Savaşır?
30/04/2020
Fourier Dönüşümü: Basit Bir Formül Dünyayı Nasıl Değiştirdi?
25/07/2019

Kaynaklar ve ileri okumalar:
Golden Ratio in Photography; https://www.phototraces.com/
Images Reveal How Perfectly Ansel Adams’ Photos Align With the Golden Ratio; yayınlanma tarihi: 30 Kasım 2016; Bağlantı: https://mymodernmet.com/

Alındığı yer: https://www.matematiksel.org/altin-oran-fotograf-cekerken-ne-isimize-yarar/
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 19:59
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
* Feb 10, 2023

--Hepsi alıntıdır--


Bonhoeffer’ın Aptallık Teorisi: Kötüyü Tespit Etmek Kolaydır; Ancak Aptallık İçin Aynı Şey Geçerli Olmaz




Yazı: Sibel Çağlar
10/02/2023 Son güncelleme: 10/02/2023


Çizgi romanlarda ve aksiyon filmlerinde ya da gerçek hayatta kötünün kim olduğuna dair kafamızda bir şemamız vardır. Ancak bu insanlar ne kadar kötü olsalar da, bilindikleri için en büyük
... See more
--Hepsi alıntıdır--


Bonhoeffer’ın Aptallık Teorisi: Kötüyü Tespit Etmek Kolaydır; Ancak Aptallık İçin Aynı Şey Geçerli Olmaz




Yazı: Sibel Çağlar
10/02/2023 Son güncelleme: 10/02/2023


Çizgi romanlarda ve aksiyon filmlerinde ya da gerçek hayatta kötünün kim olduğuna dair kafamızda bir şemamız vardır. Ancak bu insanlar ne kadar kötü olsalar da, bilindikleri için en büyük tehdit değillerdir. Sonucunda bilinen bir kötülük olduğunda, iyi insanlar ona karşı savaşmak için bir araya gelebilir. Dietrich Bonhoeffer’ın belirttiği gibi, “Kötülük kendi içinde her zaman yıkımının tohumunu taşır.”

Ancak aptallık tamamen farklı bir sorundur. Aptallıkla bir çok nedenden ötürü kolayca savaşamayız. İlk olarak, toplu olarak buna karşı çok daha hoşgörülüyüz. Kötülüğün aksine, aptallık çoğumuzun ciddiye aldığı bir ahlaksızlık değildir. Sonucunda cahil olduğu için kimseyi azarlamayız. İnsanları bir şeyleri bilmedikleri için azarlamayız. Ancak aptallıkla ilgili sorun, genellikle güçle el ele gitmesidir. Bu nedenle aptallığın teorisi aptallığın kötülükten daha tehlikeli olduğunu bize anımsatır.

Dietrich Bonhoeffer, Alman Lüteryan teologdur. Bonhoeffer, kendisi rejime, özellikle de antisemitizme karşı çıkması ile tanınır.

Bonhoeffer’ın Aptallık ( Cahillik) Teorisi Nedir?

Alman tarihinin en karanlık döneminde, genç bir papaz olan Dietrich Bonhoeffer, yaşanan vahşete karşı fikirlerini dile getirmeye başlamıştı. Yıllarca insanların fikrini değiştirmeye çalıştıktan sonra, Bonhoeffer bir akşam eve geldi ve evinde kendisini götürmek için bekleyen iki adam ile karşılaştı. Hapishanede Bonhoeffer, şairler ve düşünürlerden oluşan ülkesinin nasıl bir korkaklar, düzenbazlar ve suçlular kolektifine dönüştüğünü düşünmeye başladı. Sonunda, sorunun kökeninin kötülük değil, aptallık olduğu sonucuna vardı.

Hapishaneden yazdığı ünlü mektuplarında Bonhoeffer, aptallığın en tehlikeli düşman olduğunu kaleme alacaktı. “Bir düşmana karşı savaşabiliriz. Ama aptallığa karşı savaşamayız. Aptallık topluma en büyük zararı verir. Kişi kötülüğe karşı protesto edebilir, güç kullanarak kötülük önlenebilir ancak aptallığa karşı savunmasızız.

Aptal ( daha doğrusu cahil) kişilere kanıt göstermenin anlamı olmaz. Bu kişiler kolayca saldırgan hale gelebilirler. Aptal bir insanın ön yargısıyla çelişen gerçeklere inanılması gerekmez. Bu fikirleri çürütemediklerinde önemsiz ve rastlantısal diye bir kenara itilirler. Bütün bunlarda, aptal kişi kendinden memnundur ve kolayca sinirlendiğinden, saldırıya geçerek tehlikeli hale gelir.

Bu nedenle, aptal bir insanla uğraşırken kötü niyetli biriyle olduğundan daha dikkatli olunması gerekir. Aptallıktan nasıl kurtulacağımızı bilmek istiyorsak, onun doğasını anlamaya çalışmalıyız. Kesin olan şu ki, aptallık özünde entelektüel bir kusur değil, ahlaki bir kusurdur.

Bonhoeffer’a göre, tartışma, aptal bir insanı aptalca görüşünden vazgeçmeye ikna edemez.
Entelektüel olarak dikkat çekecek derecede çevik ama aptal olan insanlar olduğu gibi, entelektüel olarak son derece sönük ama kesinlikle aptal ya da cahil diye tanımlayamayacağımız insanlar da vardır. Yani aptallık doğuştan gelen bir kusur değildir. Süreç içinde bazı insanlar aptal olmayı ya da cahil kalmayı tercih eder. İnsanlar ile ilgili bu sorun grup halindeki bireylerde daha çok rastlanır. Bu nedenle aptallık psikolojik olmaktan çok sosyolojik bir sorundur.

Aptallık Toplum Mühendisliği Sonucunda Oluşur

Kötülük bir kukla ustasıdır ve onu mümkün kılan akılsız kuklalar kadar hiçbir şeyi sevmez.
Burada iş başında olan süreç, zeka gibi belirli insani yetilerin birden bire ortadan kaybolması değildir. Bunun yerine, yükselen gücün ezici etkisi altında kalan bu insanların düşünme yetileri bir biçimde ellerinden alınmaya başlar. Onunla sohbet etmeye kalkarsanız onu bir kişi olarak değil, onu ele geçiren sloganlar ve benzeri şeyler bütünü olarak görürsünüz.

“Yanlış trene bindiyseniz, koridorda ters yöne yürümenin yararı yoktur.”

Dietrich Bonhoeffer
Bu nedenle düşünce sistematiği bozulmuş bu kişiler ile tartışmak yararsızdır. Çünkü söyledikleri argümanlar kendilerine ezberletildiği için fikir içermez. Sonucunda bu kişi her türlü kötülüğü de yapabilir. Ancak yaptığı şeyin temelinde bir kötülük olduğunun farkında varmayacaktır.

Bu kişilerin tek kurtuluşu içlerinden gelerek yani isteyerek özgürleşmeleridir. Ancak bu aptallığın üstesinden gelebilir. Ancak çoğu durumda öncelikle kişinin bağlarından kurtulması gerekecektir. O zamana kadar bu tarz düşünen bir kişiyi ikna etmeye yönelik tüm girişimlerden vazgeçmeliyiz.

Dietrich Bonhoeffer’in “aptallığın teorisi” başlığı ile kaleme aldığı bu düşünceleri elbette yaşadığı dönem için elbette tehlikeliydi. Nitekim kendisi, 9 Nisan 1945’te şafak vakti Adolf Hitler’e karşı bir komploya karıştığı için Flossenbürg toplama kampında, Birleşik Devletler askerlerinin kampı kurtarmasından sadece iki hafta önce asılarak idam edildi. “Ahlaki bir toplumun nihai sınavı, çocuklarına nasıl bir dünya bıraktığıdır.” diye not düşecekti yazılarına. Yazının devamında göz atmak isterseniz: Kötülük Neden Var? İnsanlar Neden Kötü Olurlar?

Kaynaklar ve ileri okumalar:

Bonhoeffer’s “theory of stupidity”: We have more to fear from stupid people than evil ones. Yayınlanma tarihi: 26 Ocak 2023; Bağlantı: https://bigthink.com
Bonhoeffer’s Theory of Stupidity. Yayınlanma tarihi: 19 Ekim 2021; Bağlantı: https://sproutsschools.com/

-------------------------
Size Bir Mesajımız Var!
Matematiksel, 2015 yılından beri yayında olan ve Türkiye’de matematiğe karşı duyulan önyargıyı azaltmak ve ilgiyi arttırmak amacıyla kurulmuş bir platformdur. Sitemizde, öncelikli olarak matematik ile ilgili yazılar yer almaktadır. Ancak bilimin bütünsel yapısı itibari ile diğer bilim dalları ile ilgili konular da ilerleyen yıllarda sitemize dahil edilmiştir. Bu sitenin tek kazancı sizlere göstermek zorunda kaldığımız reklamlardır. Yüksek okunurluk düzeyine sahip bir web sitesi barındırmak ne yazık ki günümüzde oldukça masraflıdır. Bu konuda bizi anlayacağınızı umuyoruz. Ayrıca yazımızı paylaşarak veya Patreon üzerinden ufak bir bağış yaparak da büyümemize destek olabilirsiniz. Matematik ile kalalım, bilim ile kalalım.

Matematiksel

Bu Yazılarımıza da Göz Atınız
İnsanlar Neden İtaat Eder? Milgram Deneyi Bize Otoritenin Gücünü Anımsatıyor
02/09/2021
Nakitsiz Etki: Her Ayın Sonunda Parasız Kalmanızın Nedeni
11/07/2022
Pazarlamada Sık Kullanılan İkna Teknikleri Ve Kandırmanın Bilimsel Yolları
15/03/2017
Korkmayın! Akıllı Telefonlar ve İnternet Bizi Aptal Yapmıyor
06/07/2020


-----------------
Yazının kaynağı: https://www.matematiksel.org/bonhoefferin-aptallik-teorisi-nedir/
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 19:59
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
* Feb 12, 2023

--Hepisi alıntıdır--


Bantu’nun Ubuntu Felsefesi, Toplulukların Gücünü Bize Anımsatır


Yazı: Sibel Çağlar
12/02/2023 Son güncelleme: 12/02/2023

Duymuş olabileceğiniz bir Afrika atasözü vardır: “Bir çocuğu büyütmek için bir köy gerekir.” Bu, dünyaya doğduğumuzda, yalnız değil, bir topluluğun içinde doğduğumuz fikridir. Sonucunda bu dünyaya gelen hiç kimse yalnız değildir. Doğduğunda
... See more
--Hepisi alıntıdır--


Bantu’nun Ubuntu Felsefesi, Toplulukların Gücünü Bize Anımsatır


Yazı: Sibel Çağlar
12/02/2023 Son güncelleme: 12/02/2023

Duymuş olabileceğiniz bir Afrika atasözü vardır: “Bir çocuğu büyütmek için bir köy gerekir.” Bu, dünyaya doğduğumuzda, yalnız değil, bir topluluğun içinde doğduğumuz fikridir. Sonucunda bu dünyaya gelen hiç kimse yalnız değildir. Doğduğunda çoğumuz bir aileye, bir eve, bir şehre, bir millete aittir. Kimimiz bu bağa sıkı sıkıya sarılırız, kimimiz de bu bağın bir biçimde dışına kaçmak için çabalarız. Ancak ne kadar izole olmak istersek isteyelim Ubuntu felsefesi mutlu bir insan olmak için bunun doğru olmadığını anımsatır.

Ubuntu felsefesi Sahraaltı Afrika’da yaşayan, bugünkü nüfusları 300 milyonun üzerindeki Bantu topluluklarının ahlaki değerlerinin özünü ve manevi hayatlarını yansıtan bir olgudur. Afrikalı düşünürlere göre Ubuntu, Afrika felsefesinin köküdür. Batı dillerinde anlamını kapsayacak bir kelime yoktur.

Ubuntu kelimesi Zulu ve Xhola dillerinden gelir ve kabaca “başkalarına karşı insanlık” olarak tercüme edilebilir. Aslında, ubuntu kelimesi, kelimenin tam anlamıyla bir kişinin diğer insanlar aracılığıyla bir kişi olduğu anlamına gelen “Umuntu ngumuntu ngabantu” ifadesinin sadece bir parçasıdır.

Avrupa entelektüel geleneğinin çoğu, insanları ayrı bireyler olarak ele alır. Tersine, Ubuntu felsefesi bizi bir ağdaki iplikler veya bir binadaki tuğlalar olarak görür. “Kişi diğer kişiler aracılığıyla bir kişidir” sözü de Ubuntu’nun ne olduğunu tanımlamak için yeterlidir.

Ubuntu’nun kökleri, topluluk fikrinin toplumun yapı taşlarından biri olduğu hümanist Afrika felsefesine dayanmaktadır.

Bantu’nun Ubuntu Felsefesi Nedir? Ne Anlama Gelir?
Ubuntu, bir topluluk veya sosyal uyum ile ilgilidir. Kişi acı çektiğinde tek başına değil tüm toplumla birlikte acı çeker. Mutlu olduğu zaman da yalnız değil, akrabaları, komşuları ile birlikte sevinir. Bireyin başına gelen her şey tüm toplumun başına gelmiştir. Aynı şekilde, topluma ne olursa bireye de olmuş olarak kabul edilecektir.

Ubuntu felsefesinde ben, sen, o değil biz vardır. İnsanların birbirine bağlı olması, kişinin menfaatlerinin toplumun menfaatlerine katkı sağlaması ve insanların bencillikten uzak durması beklenir. Bu felsefeye sahip bir kişi başkalarına yardım etmek için her zaman hazırdır. Başkalarının yetenekli ve donanımlı oluşu ile kendisini tehdit altında hissetmez. Aksine bu durum bir bütünün parçası olduğu inancından ötürü kendisini mutlu hisseder. Ubuntu’yu içselleştirmiş bir insan başkaları zulme uğradığında, kendisini de zulme uğramış olarak kabul eder.

Bu anlayışa göre bu felsefeye sahip olan toplumlar şefkatli ve naziktirler. Bunun sonucunda da güçlerini zayıflar adına kullanırlar. İnsanı insan olduğu için önemserler. Eğer bir kişi başkalarının problemlerine kayıtsız kalarak veya sahip olduğu imkanları paylaşmayarak başkalarının zarar görmesine göz yumarsa o kişinin ‘ubuntu’dan yoksun olduğu söylenir. Bu bağlamda Afrika kültüründe başkalarıyla olumlu bir ilişki kurmayan bir birey için “o bir insan değil” denir.

Ubuntu felsefesi bizim etrafımızdaki insanlar ile bir bütün olduğunu bizlere anımsatacaktır.
Güney Afrika’nın demokratik olarak seçilmiş ilk başkanı Nelson Mandela, Richard Stengel’in Mandela’s Way: Fifteen Lessons on Life, Love, and Courage (2009) adlı kitabın önsözünde, Ubuntu’yu özetler. “Yalnızca başkalarının insanlığı sayesinde insan olduğumuza dair derin bir his; Bu dünyada bir şey başaracaksak, bu eşit ölçüde başkalarının çalışmaları ve başarıları sayesinde olacaktır.”

Hayatımıza Ubuntu Felsefesini Nasıl Dahil Edebiliriz?
Hepimiz günümüzde engellerin yıkıldığı ve sınırsız toplulukların olduğu küresel bir köyde yaşıyoruz. İnternet sayesinde çoğu zaman, koltuktan kalkmak zorunda kalmadan, binlerce kilometre uzağa kolayca erişebiliyoruz. Sorun şu ki, uzaklara erişmeye çalışırken, çoğu zaman yakında olanları gözden kaçırıyoruz.

Çoğumuz telefonda o kadar uzun zaman geçiriyoruz ki etrafımızdakilerle konuşmayı unutuyoruz. Adımızı Google aramalarında görsek bile çoğumuz yan komşumuzun adını bilmiyoruz. Ubuntu felsefesi bize topluluklar arasında değil de yakın civarında fenomen olmamızın önemini hatırlatır. Bir kişi olarak sizinle ve size şekil veren topluluk arasında dinamik bir ilişki söz konusudur. Kim olduğunuz temelinde etrafınızdakilerle yakından bağlantılıdır.

Bu arada Ubuntu aynı zamanda Linux işletim sisteminin yazılımını dağıtmak için kullandığı sistemin adıdır. Linux işletim sistemleri açık kaynaklıdır, yani herkes onlarla istediğini ücretsiz olarak yapabilir. Bu, bilgisayar yazılımlarının gizli dünyasında pek rastlanmayan bir durumdur. Ancak Ubuntu felsefesinin özü budur. Mandela’nın da dediği gibi: “Bu dünyada bir şey başaracaksak, bu eşit ölçüde başkalarının çalışmaları ve başarıları sayesinde olacaktır.” Yazının devamında göz atmak isterseniz: Acıdan Anlam Yaratmak: Viktor Frankl ve Logoterapi


____________________________________________________

Kaynaklar ve ileri okumalar

The Bantu philosophy of “ubuntu” focuses on the power of community. Yayınlanma tarihi: 26 Ağustos 2022; Bağlantı: https://bigthink.com/
What does ubuntu really mean? Yayınlanma tarihi:29 Eylül 2016; Bağlantı: https://www.theguardian.com/


Size Bir Mesajımız Var!
Matematiksel, 2015 yılından beri yayında olan ve Türkiye’de matematiğe karşı duyulan önyargıyı azaltmak ve ilgiyi arttırmak amacıyla kurulmuş bir platformdur. Sitemizde, öncelikli olarak matematik ile ilgili yazılar yer almaktadır. Ancak bilimin bütünsel yapısı itibari ile diğer bilim dalları ile ilgili konular da ilerleyen yıllarda sitemize dahil edilmiştir. Bu sitenin tek kazancı sizlere göstermek zorunda kaldığımız reklamlardır. Yüksek okunurluk düzeyine sahip bir web sitesi barındırmak ne yazık ki günümüzde oldukça masraflıdır. Bu konuda bizi anlayacağınızı umuyoruz. Ayrıca yazımızı paylaşarak veya Patreon üzerinden ufak bir bağış yaparak da büyümemize destek olabilirsiniz. Matematik ile kalalım, bilim ile kalalım.

Matematiksel

____________________________________

Bu Yazılarımıza da Göz Atınız

Sahte Otorite Yanılgısı: İnsanlar Neden Yanlış Uzmanlara Güvenirler?
08/02/2023
Artes Liberales Septem Yani Yedi Özgür Sanat Nedir?
07/12/2022
Matematiğin Büyülü Denizine Felsefe İle Dalmak Mümkün müdür?
10/01/2017
İoanna Kuçuradi: Felsefeye Adanmış Bir Hayat
14/07/2021


______________________
Sibel Çağlar
Merhabalar. Matematik öğretmeni olarak başladığım hayatıma 2016 yılında kurduğum matematiksel.org web sitesinde içerikler üreterek devam ediyorum. Matematiğin aydınlık yüzünü paylaşıyorum. Amacım matematiğin hayattan kopuk olmadığını kanıtlamaktı. Devamında ekip arkadaşlarımın da dahil olması ile kocaman bir aile olduk. Amacımıza da kısmen ulaştık. Yolumuz daha uzun ama kesinlikle çok keyifli.
______________________

Bu Yazılarımıza da Göz Atınız

Giordano Bruno: Düşündükleri Ve Söyledikleri Yüzünden Cezalandırılan Bir Filozof
09/12/2015
Tanrı’nın Varlığı Matematik Yardımı ile İspat Edilebilir mi?
21/11/2022
Mutlu Olmak İçin Epikür Felsefesini Nasıl Kullanabiliriz?
14/01/2022
Aylak Olun Dört Saat Çalışın, Daha İyi İşler Üretin!
26/08/2017
Alfred North Whitehead: Bilime Adanmış Bir Yaşam
21/04/2020
Kinizm Felsefesi ve Diyojen Modern Yaşantımızda Bize Ne Öğretebilir?
30/08/2022


---------
Yazının alındığı kaynak: https://www.matematiksel.org/bantunun-ubuntu-felsefesi-topluluklarin-gucunu-bize-animsatir/





[Edited at 2023-02-12 08:30 GMT]
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 19:59
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
* Feb 12, 2023

--hepisi alıntıdır--


Sahte Otorite Yanılgısı: İnsanlar Neden Yanlış Uzmanlara Güvenirler?


Yazı: Sibel Çağlar
08/02/2023 Son güncelleme: 12/02/2023


Argumentum ad verecundiam veya otoriteye başvurma, bir kişinin bir alanda otorite olan birinin görüşlerini, tartışma sırasında kendi argümanını desteklemek için kullanmasıyla yaptığı bir mantık hatasıdır. Otoriteye başvurma yani bir konu
... See more
--hepisi alıntıdır--


Sahte Otorite Yanılgısı: İnsanlar Neden Yanlış Uzmanlara Güvenirler?


Yazı: Sibel Çağlar
08/02/2023 Son güncelleme: 12/02/2023


Argumentum ad verecundiam veya otoriteye başvurma, bir kişinin bir alanda otorite olan birinin görüşlerini, tartışma sırasında kendi argümanını desteklemek için kullanmasıyla yaptığı bir mantık hatasıdır. Otoriteye başvurma yani bir konu hakkında uzman görüşü alma elbette yanlış bir şey değildir. Ancak sorun fikrini bir kişinin otoritesi önemli ölçüde kusurlu, yetersiz ya da eksik olduğunda ortaya çıkacaktır.

Örneğin tıp eğitimi almamış olmasına rağmen tıbbi herhangi bir konu hakkında uzman gibi davranan bir sosyal medya içerik üreticisini düşünün. Ya da aldığı ilk yardım sertifikasına ya da online bir eğitim belgesine güvenerek kendine uzman görünümü veren bir kişiyi düşünün. Bu kişinin belli bir argümanı savunması ve siz de bu argümanı başka bir tartışmada kullanmanız durumunda sahte otoriteye başvurmuş olursunuz.

Sahte Otoriteye Başvurma Örnekleri
Sahte otoriteye başvurmanın bir örneği, tıp alanında hiçbir uzmanlığı olmamasına karşın ününe dayanarak bir diyet tavsiyesinde bulunan popüler bir film yıldızı olsun. Bu kişi yapmış olduğu diyetin faydalarını kendi sosyal medya hesaplarında aktarırken, bir pazarlamacı da onu referans göstererek bu diyeti kar elde etmek amacı ile kullanabilir. Bu kişileri takip eden kişilerde kolaylıkla işin arka planını tam anlamadan bu safsatanın tuzağına düşeceklerdir.

Sorun bu takipçiler diyeti etrafına "Uzmanlara göre X diyetinin faydaları kanıtlanmıştır." gibi söylemlerle yaymaya başladıkları zaman çıkar. Hatta bu kişiler zaman içinde radikalleşip konu ile ilgili gerçek uzmanların görüşlerini bile kabul etmez hale gelebilirler.

Bu düşünce hatasının mantıksal biçimi: “Y konusunda uzman olan 1. kişiye göre Y doğrudur. Bu nedenle, Y doğrudur”. biçimindedir. Burada sorun elbette Y konusunda uzman olduğu düşünülen kişinin uzmanlığı şaibeli olduğu zaman ortaya çıkacaktır.

Mantık Hataları Nelerdir?

Mantık hataları, mantıksal yapısında veya öncüllerinde bir kusur içeren akıl yürütme modelidir. Buna bir örnek yanlış ikilemdir. Yanlış bir ikilem sınırlı sayıda seçeneğin yanlış bir şekilde birbirini dışlayan veya var olan tek seçenek olarak sunulduğu bir durumda ortaya çıkan mantıksal bir yanılgıdır.

Diğer bir deyişle sanki farklı seçenekler yokmuşçasına iki seçenekten birinin seçilmek zorunda olduğunun diretilmesidir. Örneğin, birinin C seçeneğinden bahsetmeden A veya B seçenekleri arasında seçim yapmamız gerektiğini söylediği bir durumda yanlış bir ikilem meydana gelir. Daha fazlası için bu yazıya da göz atabilirsiniz. Yanlış İkilem: Ya Siyahtır Ya da Beyaz Yanılgısı

Mantık Hataları İki Biçimde Karşımıza Çıkar
Mantık hataları temelde iki biçimde olur. Bunlardan ilki biçimsel (formal) diğeri de gayri resmi (informal) olarak isimlendirilir. Biçimsel mantıksal yanlışlık, bir argümanın mantıksal yapısında argümanı geçersiz kılan bir kusur olduğunda ortaya çıkar. Argümanın sonucunun öncüllerine dayanmadığı durumlarda bu mantıksal hatayı yaparız.

Basit bir örnek şu biçimde olabilir. “Öncül 1: Yağmur yağıyorsa, gökyüzü bulutlu olacaktır. Öncül 2: Gökyüzü bulutlu. Sonuç: Yağmur yağıyor.” Oysa ki hepimiz biliyoruz ki havanın bulutlu olması yağmurun her zaman yağacağı anlamına gelmez. Bu nedenle her iki öncül doğru olsa da, yapısında bir kusur olduğu için argüman geçersizdir.

Gayri resmi bir mantıksal yanlışlık, bir argümanın öncüllerinde argümanı geçersiz kılan bir kusur olduğunda ortaya çıkar. Buna şöyle bir örnek verebiliriz. “Öncül 1: Meteoroloji sunucusu önümüzdeki hafta yağmur yağacağını söyledi. Öncül 2: Meteoroloji sunucusu her zaman haklıdır. Sonuç: Önümüzdeki hafta yağmur yağacak.”

Bu akıl yürütmede bir sorun vardır. Bu sorun hava durumu sunucusunun her zaman haklı olduğu varsayımımızdan gelir. Bu nedenle, argümanın mantıksal yapısı geçerli olsa bile, kusurlu bir önermenin kullanılması, genel argümanın sağlam olmadığı anlamına gelir. Bu mantıkla baktığımız zaman yazımızda ele aldığımız sahte otorite mantık hatası ikinci türe aittir.

Bu arada mantıksal yanılgılar ve bilişsel önyargılar birbirine benzer gibi görünse de iki farklı olgudur. Mantıksal yanılgılar temelinde kusurlu tartışma kalıplarıdır. Bu nedenle felsefi bir kavram olarak ele alınırlar. Oysa ki bilişsel önyargılar insanların düşünce sistemindeki sistematik hatalardır ve bu nedenle psikolojik bir kavramdırlar.

Bilişsel önyargılar, özellikle de kökleri insanların sezgilerine dayandığında, genellikle daha temel bir düşünce düzeyinde ortaya çıkar. Mantık hataları insanların nasıl düşündükleri ve birbirleriyle nasıl iletişim kurdukları konusunda önemli bir rol oynar. Bu yüzden onları anlamak önemlidir.

Sahte Otorite Yanılgısı İle Nasıl Baş Edilmelidir?
Bu arada sahte otorite yanılgısı temelinde otoriteye ya da uzmanlığa başvurma yanılgısına çok benzer. Bu yanılgı da bir argümanın sahibinin ilgili alanda otorite olmasının, o argümanın otomatik olarak doğru olmasını gerektirmesi biçiminde düşünülebilir. Bunu şu biçimde örneklendirebiliriz. “A Kişisi, X alanında otorite olarak kabul edilmektedir. Bu kişi alanı ile ilgili olarak bir iddiada bulunsun. Bu iddia kesin doğrudur.”

Oysa ki hepimizin de bildiği gibi bir kişi bir konuda uzman ve otorite olsa bile onun da yanılma ve hata yapma payı her zaman vardır. Bir kişi ne kadar başarılı olursa olsun, bu başarıları onun argümanını doğru kılmak için yeterli neden değildir. Onun başarılarını doğru kılan şey, veri, kanıt, deney, gözlem gibi objektif gerçeklerdir. Sahte otorite yanılgısı ise otorite olarak kabul ettiğimiz kişilerin ilgisiz kimlik bilgileri veya uzmanlığı varsa ortaya çıkacaktır.

Bu tip bir yanılgı ile başa çıkmak için yapmanız gereken ilk şey elbette söz konusu otoritenin neden yanlış olduğunu açıklamaktır. Bu kişinin kimlik bilgilerinin neden şüpheli veya yetersiz olduğunu açıklayabilirsiniz. Bu noktada dikkat etmeniz gereken bazı şeyler vardır.

Sonuç olarak;
En iyi hareket tarzı, kiminle konuştuğunuz ve neyi başarmayı umduğunuz gibi faktörlere bağlıdır. Bu nedenle bazen kişinin kendisi ile ilgili sorunları bazen de iddia ettiği konu ile ilgili sorunları ele alabilirsiniz. Ayrıca kimin gerçek bir otorite olduğunu açıklayabilirsiniz. Örneğin tıbbi tavsiyeler için bu kişinin ilgili bir kurumdan diploma sahibi olması gerektiğini vurgulayabilirsiniz.

Sahte otoriteye güvenmekten kaçınmak için, söz konusu kişinin hangi uzmanlığa sahip olduğunu sorgulayın. Eğer muğlaklık varsa da en iyisi siz bu kendisini sevseniz bile her dediğinin doğru olmama ihtimali olduğunu hatırlayın. Uzmanların fikirlerine önem verin. Ancak her uzmanım diyenin sözünü de fazla da ciddiye almayın.

______________________________________
Bu Yazılarımıza da Göz Atınız

Bantu’nun Ubuntu Felsefesi, Toplulukların Gücünü Bize Anımsatır.
12/02/2023
Artes Liberales Septem Yani Yedi Özgür Sanat Nedir?
07/12/2022
Matematiğin Büyülü Denizine Felsefe İle Dalmak Mümkün müdür?
10/01/2017
İoanna Kuçuradi: Felsefeye Adanmış Bir Hayat
14/07/2021
________________________________________


Kaynaklar ve ileri okumalar

False Authority: When People Rely on the Wrong Experts. Bağlantı: https://effectiviology.com/
Logical Fallacies: What They Are and How to Counter Them. Bağlantı: https://effectiviology.com/guide-to-logical-fallacies/
Floridi, L. Logical fallacies as informational shortcuts. Synthese 167, 317–325 (2009). https://doi.org/10.1007/s11229-008-9410-y
____________________________________________

Yazının yeri: https://www.matematiksel.org/sahte-otorite-yanilgisi-insanlar-neden-yanlis-uzmanlara-guvenirler/



▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄




Kötülük Neden Var? İnsanlar Neden Kötü Olurlar?


Yazı: Sibel Çağlar
09/02/2023 Son güncelleme: 12/02/2023


Kötü insanlardan bahsedildiği zaman akla ilk olarak genellikle Hitler gibi isimler gelir. Peki, zamanda geriye gidebilseydiniz, bebek Hitler’i öldürür müydünüz? Bu sorunun cevabı sizin hakkınızda çok şey anlatır. Cevabınız ‘evet’ ise, muhtemelen korkunç şeyler yapmaya yatkın olarak doğduğumuza inanıyorsunuzdur. Cevabınız ‘hayır’ ise, muhtemelen insan davranışına ilişkin daha az determinist bir bakış açısına sahipsiniz.

Belki de çevrenin ve yetiştirilme tarzının yetişkin olmamızda kritik bir rol oynadığına inanıyorsunuz. Veya belki de bebekleri öldürmek genellikle hoş karşılanmadığı için ‘hayır’ dediniz. Peki, sizin beyniniz gerçekten Hitler’inkinden o kadar farklı mı?

Hitler’in ilk psikolojik profillerinden biri, II. Dünya Savaşı sırasında psikanalist Walter Langer tarafından, bir ABD istihbarat teşkilatı olan ve daha sonra Merkezi İstihbarat Teşkilatına dönüşecek olan Stratejik Hizmetler Ofisi için yazılmıştır. Rapor, Hitler’i "nevrotik", "şizofreni sınırında" olarak tanımlar. İdeolojik ölümsüzlük için çabaladığı ve yenilgi karşısında intihar bile edebileceğini öne sürer.

Başka bir psikolojik profil girişimi, 1998’de, bu kez psikiyatrist Fritz Redlich tarafından yayınlandı. Kitabında Hitler’in paranoya, narsisizm, anksiyete, depresyon ve hipokondri gibi birçok psikiyatrik semptom gösterdiğini kitabında dile getirdi.

Hitler’in çocukluğu

Bununla birlikte, Hitler’in oldukça normal, utangaç bir çocuk olduğunu, hayvanlara veya insanlara işkence etmekten hoşlanmadığını da savunuyordu. Redlich ayrıca, küçük Hitler’in özellikle sorunlu bir yetiştirilme tarzına sahip olduğu fikrine karşı çıkıyor ve psiko-tarihçileri onun öyle olduğunu varsaydıkları için eleştiriyordu. Yani anlaşılan doğuştan gelen bir akıl sorunu yoktu.

Sonuç olarak birinin iğrenç suçlar işlemiş olması, onların akıl hastası olduğu anlamına gelmez. Bu tür suçları işleyen herkesin akıl hastası olduğunu varsaymak, bu tür fiilleri işleyenlerin kişisel sorumluluğunu ortadan kaldırır ve akıl hastalığını damgalar. Peki, Hitler gibi insanlar nasıl ortaya çıkıyorlar?

İnsanlar Neden Kötü Olur?

İnsanlar neden kötü olur? İşte bu sorunun cevabını vermek aslında çok da kolay değil. Temel psikoloji anlayışımıza göre, insanlar tipik olarak zevk almak veya acıdan kaçınmak için bir şeyler yaparlar. Çoğumuz için, başkalarını incitmek onların acısını hissetmemize neden olur.

Ve çoğumuz bu duygudan hoşlanmayız. Ancak kimi insanların temelinde insanlara zarar vermesinin iki nedeni vardır. Birinci neden bu kişilerin empati yapamaması yani başkalarının acısını hissedememesidir. İkinci ve daha ürkütücü neden ise bu kişilerin başkalarının acısını hissetmekten zevk almasıdır. Başkalarını incitmekten veya küçük düşürmekten zevk alan kişileri düşündüğümüz zaman, popüler kültürün de etkisi ile akla ilk olarak işkenceciler ve katiller gelir.

Oysa ki sıradan bir çok insanda da aynı eğilim söz konusudur. Yapılan bir çalışmada, çalışmaya katılan öğrencilerinin yaklaşık % 6’sının başkalarına zarar vermekten zevk aldıkları anlaşılmıştır. Bu kişiler bir internet trolü ya da okulda zorbalık yapan bir öğrenci olabilir. Bu kişiler genellikle kanlı filmlerden, kavgalardan, şiddet içeren bilgisayar oyunlardan zevk alırlar. Bu durumlara maruz kalma zamanlarını arttırdıkça da daha da çok radikalleşirler. Daha fazlası için: Aslında Hepimiz Bir Miktar İnternet Trolüyüz!

Psikopatlar Sadece Zevk Aldıkları için Zarar Vermezler

Gerilim filmlerinde görmeye alışkın olduğumuz bir sahne. Araştırmalara göre genel popülasyondaki erkeklerin %1-2’si ve kadınların %0,3-0,7’si psikopattır. Ancak, psikopatik özelliklere sahip kişilerin sayısı muhtemelen çok daha fazladır. Psikopati bir spektrumdur ve hepimiz bir yerlerde bir miktar tanımlı özelliklerini barındırırız.

Aslında psikopatlar zararsız olanlara sadece bu durumdan zevk aldıkları için zarar vermezler. Psikopatlar bir şeyler ister. Başkalarına zarar vermek, istediklerini elde etmelerine yardımcı oluyorsa, zarar vereceklerdir. Bu ruh haline sahip kişilerin de acıma, pişmanlık veya korku hissetme olasılıkları daha düşüktür. Başkalarının ne hissettiğini anlayabilirler ancak bu tür duygulardan etkilenmezler.

Bir psikopatla karşılaşıp karşılaşmadığımızı bilmemiz gerekir. Birinin yüzüne bakarak veya onlarla kısaca etkileşim kurarak iyi bir tahminde bulunabiliriz. Ne yazık ki, psikopatlar bunu bildiğimizi biliyor. İyi bir ilk izlenim bırakmak için kıyafetlerine, jest ve mimiklerine dikkat ederler. Ancak çoğu insanın psikopatik özelliği yoktur. İnsanların yalnızca % 0,5’i psikopat sayılmaktadır. Bu nedenle sadizm daha sık rastlanan bir durumdur.

Ancak tüm psikopatlar tehlikeli değildir. Anti-sosyal psikopatlar, uyuşturuculardan veya tehlikeli faaliyetlerden heyecan ararlar. Bununla birlikte, toplum yanlısı psikopatlar heyecanlarını yeni fikirlerin peşinde koşarak giderirler. Yani temelinde psikopatlar hem olumlu hem de olumsuz biçimde karşımıza çıkabilir. Göz atmak isterseniz: Sosyopat ve Psikopat: Aralarındaki Fark Nedir?

İnsan Kötülüğünün Nörobilimine Bakalım

Psikoloji bilimcileri Martin Reimann ve Philip Zimbardo, ‘insan kötülüğünün nörobilimi’ ile ilgili yaptıkları çalışmalarda, neden korkunç eylemlerde bulunabileceğimiz konusunda farklı bir fikir ortaya attılar. Yazarlar, 2011 tarihli "The Dark Side of Social Encounters" adlı makalelerinde, beynin hangi bölümlerinin kötülükten sorumlu olduğunu belirlemeye çalıştılar. Sonucunda "İnsan neden kötü olur?" sorusunun cevabını bize farklı bir biçimde verdiler.

Onların modeli, bir anonimlik duygusu olarak başlayan, daha büyük bir grubun parçası olduğumuzu hissettiğimiz için yaptığımız şey için suçlanmamakla başlayan şeyin, başkalarına zarar verme yeteneğinin artmasıyla sona erdiğini öne sürüyor. Reimann ve Zimbardo’nun özetlediği gibi, "Agresyon üzerine araştırmalar, frontal lob yapılarının, özellikle de prefrontal korteksin azalmış aktivasyonunun veya bu beyin bölgesinin lezyonunun, saldırganlığın merkezi bir nedeni olabileceğini gösteriyor."

İnsanlar Neden Kötü Olur
Hitler’in beyni: ventromedial prefrontal korteksi içeren insanın kötülüğüne giden önerilen yol (1), amigdala (2), beyin sapı (3) ve merkezi sinir sistemi (4).
Araştırmacılara göre insanın kötü olmaya eğilimi bir kaç aşamada gelişir. Öncelikle kişi, kendisini bir birey olarak düşünmeyi bırakır ve kendini bir grubun anonim bir parçası olarak tanımlar. Bu, davranışlarından kişisel olarak sorumlu olmadıklarını hissetmelerine yol açar. Bu, ventromedial prefrontal korteks – etkinliğindeki azalma ile ilgilidir.

Bu azalan aktiviteye beynin duygu bölgesi olan amigdaladaki aktivite artışı eşlik eder. Bu, öfke ve korku gibi duygularla bağlantılıdır. Sonrasında insanlıktan çıkarma gelir. Bu durum neticesinde kolaylıkla kendimizi iyi insanlar ancak karşımızdakinin kötü insanlar olduğunu varsayabiliyoruz. Bunun neticesinde de antisosyal davranışlar gelecektir.

Hepimiz Bir Miktar Kötüyüz!
Yazının başlangıcında aslında hepimizin buna bir eğilimi olduğunu ifade etmiştik. Erin Buckels ve meslektaşları 2013 yılında bu durumu kaleme aldıkları makalelerinde konuyla ilgili iki ilginç deney gerçekleştirdi.

Katılımcılara deney öncesinde bir kişilik testi yapıldı Devamında deneyde 4 tane koşul var olduğundan bahsedilip ve bunlardan birini seçmelerini istendi. Bu koşullar böcek öldürmek, böceği kendi değil de deneyi yapan kişiye öldürtmek, kirli tuvaleti temizlemek ve bir çalışana soğuk suda acı çektirmek idi.

İnsanlar Neden Kötü Olur?

Bu özel çalışmada, katılımcıların dörtte birinden biraz fazlası (yüzde 26,8) önlerindeki kavanozda bulunan üç böceği, önlerinde duran kahve öğütücüsü görünümünde bir makineye koyarak öldürmeyi tercih edecekti. ( Makine gerçekte böcekleri öldürmeyecek biçimde tasarlanmıştı. Ancak çıkardığı sesler bu izlenimi veriyordu.) Deney biriminde de bu durumdan mutlu olup olmadıkları katılımcılara soruldu. Araştırma sonuçlarına göre bu kişiler yaptıkları işten fazla da rahatsız olmamışlardı.

Ekip ayrıca tamamen farklı ikinci bir deney gerçekleştirdi. Bu masum kurbanları incitmekle ilgiliydi. Ancak bunu elbette gerçekte değil bir bilgisayar oyununda yapacaklardı. Çalışma sonuçları, çoğumuzun masum bir kurbanı incitmeye istekli olduğunu gösteriyordu. Sonuçlar, araştırmacıları kötülüğü gerçekten anlamak istiyorsak kendimizi daha iyi tanımamız gerektiğini tartışmaya yöneltti.

Her İnsan İçinde Kötülük Barındırabilir

ABD’nin önde gelen sinirbilimcilerinden James Fallon, yıllarca psikopatlar ve psikopat suçlular üzerinde çalıştıktan sonra bir gün kendisinin de bir psikopat olduğunu keşfetti. Fallon 2005’te bunamayla ilgili Kaliforniya Üniversitesi, Irvine Tıp Fakültesi’nde yanptığı bir araştırmada kontrol grubuna ait beyin görüntülerini incelerken bir dosya ilgisini çekti. Bu görüntüde psikopati belirtileri göze çarpıyordu.

Bunun üzerine şüpheye düşen bilim insanı, görüntülerin kime ait olduğunu öğrenmek istedi. Kendisine ait olduğunu öğrendiğinde ise şoke oldu. Oysaki hayatı boyunca kimseyi incitmemiş ya da incitmek istememişti. Daha sonra annesine bunu sordu ve soy ağacında muhtemelen birini öldürmüş olan en az sekiz kişi olduğunu gördü.

Buna dayanarak ve kendisi hakkında daha fazla araştırma yaptıktan sonra, aslında bir psikopat olabileceğini kabul etti. Kendini empati hissetmekte güçlük çeken ancak sosyal olarak kabul edilebilir şekillerde davranan biri olan “sosyal yanlısı bir psikopat” olarak etiketledi. Sonunda da “İçimdeki Psikopat” başlıklı bir kitap yazdı.

Sonuç olarak tüm psikopatlar eşit yaratılmadı ve kesinlikle tüm psikopatlar suçlu değil. Bir katilin beyniyle doğmuş biri bile, öldürme olasılığı daha yüksek olmasına rağmen asla kimseyi öldürmeyebilir. İnsanlar neden kötü? sorusunun cevabını bulmak kolay değildir. Fransız filozof Blaise Pascal, 1658’de insanlar evrenin ihtişamı ve pisliğidir sonucuna varmıştı. O zamandan bu yana anlaşılan çok az şey değişti. Seviyoruz ve nefret ediyoruz; yardım ederiz ve zarar veririz, doğamız böyle çelişkilerle dolu.

Kaynaklar ve ileri okumalar

Why some people are cruel to others. Yayınlanma tarihi: 21 EKİM 2020; Bağlantı: https://www.bbc.com/
Harenski CL, Thornton DM, Harenski KA, Decety J, Kiehl KA. Increased Frontotemporal Activation During Pain Observation in Sexual Sadism: Preliminary Findings. Arch Gen Psychiatry. 2012;69(3):283–292. doi:10.1001/archgenpsychiatry.2011.1566
Chester, D. S., DeWall, C. N., & Enjaian, B. (2019). Sadism and Aggressive Behavior: Inflicting Pain to Feel Pleasure. Personality and Social Psychology Bulletin, 45(8), 1252–1268. https://doi.org/10.1177/0146167218816327

Matematiksel

__________________________________________

Bu Yazılarımıza da Göz Atınız

Anksiyete Nedir? Kaygı Bozuklukları Hakkında Bilmeniz Gereken Temel Bilgiler
12/04/2020
Doomscrolling: Kötü Haberleri Neden Takip Etmekten Vazgeçemiyoruz?
25/08/2021
Glossofobi Diğer Deyişle Topluluk Önünde Konuşma Korkumuz
20/07/2020
Acıdan Anlam Yaratmak: Viktor Frankl ve Logoterapi
20/05/2019

____________________________________________

Yazının yeri: https://www.matematiksel.org/insanlar-neden-kotu-olurlar/




[Edited at 2023-02-12 19:43 GMT]
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 19:59
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
* Feb 14, 2023

--Tümüylen alıntı olmak--


Küçülme Hareketi: Daha Az Çalışarak Gezegeni Kurtarma Planı


Küçülme hareketi, iklim değişikliğine dikkat çekmek ve daha az çalışarak sosyal refahı daha yüksek hayatlar yaratmak için ekonomiyi kasıtlı olarak küçültmeyi hedef alan bir hareket.

Yazı: Fatma Ayca Cetinkaya
03/06/2020 Son güncelleme: 07/09/2021


1972 yılında MIT’den bir grup araştır
... See more
--Tümüylen alıntı olmak--


Küçülme Hareketi: Daha Az Çalışarak Gezegeni Kurtarma Planı


Küçülme hareketi, iklim değişikliğine dikkat çekmek ve daha az çalışarak sosyal refahı daha yüksek hayatlar yaratmak için ekonomiyi kasıtlı olarak küçültmeyi hedef alan bir hareket.

Yazı: Fatma Ayca Cetinkaya
03/06/2020 Son güncelleme: 07/09/2021


1972 yılında MIT’den bir grup araştırmacı ekonomi büyüdükçe ve nüfus arttıkça, insan uygarlığının ne olacağı sorusuna cevap aramak için bir araştırma yaptı. Sonunda sonlu sayıda kaynağa sahip bir gezegende sonsuz bir üstel büyümenin mümkün olmadığını gösterdi. Bu araştırmaya göre, petrol gibi yenilenebilir olmayan kaynakların tükenmemesi gibi bir durum söz konusu değil. Uygarlık tarihinin başından beri, büyüme, iş güvenliği ve refahla eş anlamlı bir kavram olarak düşünülmüştür. Fakat, büyümenin karbon emisyonundan kaynaklanan gezegen ısınmasına ve biyolojik çeşitlilik kaybına neden olduğu görülmüştür. Bu durum büyüme fikrinin iyi bir fikir olup olmadığını bazı sorgulamamıza neden olmuştur. Büyümeye karşı gelişen bu şüpheci yaklaşım, bu yazının konusu olan küçülme hareketini doğurmuştur.

Küçülme Hareketi Nedir?
Küçülme hareketi, iklim değişikliğine dikkat çekmek ve daha az çalışarak sosyal refahı daha yüksek hayatlar yaratmak adına, gayrısafi milli hasıla değerlerinde büyük ölçüde bir azalma olacağını bile bile, enerji ve malzeme kullanımında belirgin bir azalma çağrısı yapan çevreci bir harekettir. Küçülmek yerine, yenilenebilir enerji kaynaklarını arttırarak karbon emisyonunu azaltma yolunu seçen gruplar olsa da, küçülme hareketini benimsiyenler bunu yeterli bulmuyor. Küçülme hareketi, kamusal hizmete erişim kolaylığı, daha kısa çalışma saatleri ve işten geriye kalan zamanın arttırılmasına odaklanan büyük bir sosyal değişimle birlikte, ekonomik başarı ve ilerlemenin korunabileceğini savunuyor. Bu yaklaşıma göre, bu sosyal değişim sadece iklim değişikliği ile mücadele etmekle kalmayıp, bizi içinde bulunduğumuz işkolik kültürden de özgür bırakacak.

Küçülme Hareketinin Başlangıcı
Bugünün küçülme hareketinin kökleri Fransa’ya dayanıyor. Paris-Sud Üniversitesi’nden ekonomik antropoloji profesörü Serge Latouche’un La Monde Diplomatique gazetesi için yazmaya başladığı décroissance (küçülme anlamına gelen Fransızca sözcük) konulu yazılar, 1972 yılında yayımlanan Büyümenin Sınırları isimli rapordan yola çıkarak yeni bir soru etrafında tartışmaya başladı. Bu yazılara göre, artık sorulması gereken soru büyümenin bir limitinin olup olmadığı değildi. Yeni soru, dünyanın bütün ekonomik ve politik yapısı büyüme üzerine kuruluyken, büyümeye gönüllü olarak limit koyabilmenin yollarını aramak üzerine şekillendirilmeliydi.

Buna göre, ekonomik küçülmeyle birlikte insanın iyi olma halini yüksek seviyelerde tutmanın mümkün olduğu bir toplum oluşturulmalıydı. O zamandan beri, genç, yaşlı ayırt etmeksizin birçok insan bu yeni sorunun etrafında toplanarak, küçülme hareketini, başarılı ve iyi olma halini ölçme şeklimizi temelden değiştirecek bir yol olarak benimsediler. Onlara göre, bu hareket, finansal büyümeyi ve sosyal adaletsizliği irdelemenin yanı sıra gezegeni kurtarmanın da bir yoluydu. Küçülme hareketi ile ilgili ilk uluslararası konferans 2008 yılında 140 kişinin katılımıyla Paris’te gerçekleşti. 2008 yılından beri beş kere daha düzenlenen bu konferansların en sonuncusu 2018 yılında, bu sefer 700 kişilik bir katılımla organize edildi. Burada ayrıca, küçülme haraketi ile ilgili yazılan akademik makale ve kitapların sayısındaki artışa dikkat çekmekte de yarar var.

Acil Durum Frenini Çekmek Yeterli mi?
The Autonomous University of Barcelona’da çalışan çevre bilimci ve politik ekolojist Giorgos Kallis’s göre bunca zamandır süregelen büyüme odaklı bir ekonomik düzenden çıkış için sadece acil durum frenini çekmek yeterli değil. Kallis’e göre ekonomiyi altüst etmeden yavaşlatmak için ekonomik sistemle ilgili fikirlerimizin tümünü yeniden yapılandırmalıyız. Küçülme hareketini savunanlar bu yeniden yapılandırma sürecini zihinlerinde şöyle canlandırıyor: ekonomide daralmaya yol açacak malzemenin ve enerjinin tüketiminde bir azalma sağladıktan sonra, halihazırda var olan zenginlik yeniden dağıtılmalıdır. Böylece, tüketime odaklı bir toplumdan ziyade, toplumsal değerlerin, daha basit hayatlar kurma ekseninde düzenlendiği yeni bir toplum yaratılmalıdır.

Nasıl Küçülebiliriz?
Küçülme sonuç olarak daha az eşyaya sahip olmak anlamına geliyor. Bu ise doğal olarak, çok sayıda insanın çalışmasına ihtiyaç duyulmamasını, marketlerdeki bu marka çeşitliliğine daha az yer verilmesini, daha az hızlı moda ve daha az ucuz ve tek kullanımlık eşyalar üretilmesini gerektiriyor. Bu ayrıca, pratikte, bedava kamu hizmetinde bir artışa ihtiyaç duymak anlamına da geliyor. Sonuçta insanlar sağlıkta, barınmada, eğitimde ve ulaşımda para harcamak zorunda kalmazsa, bu kadar çok para kazanmak zorunda kalmazlar. Şunu unutmamak gerekir ki, bireyler daha az eşya satın alarak küçülmevari bir yaşam tarzını benimsemiş olsalar dahi, modelin içine inşa edilmiş bu kamu hizmetleri olmadan küçülmeye sadık kalmak kolay olmayacaktır. Şu anda oynadığımız oyun ve genel hayat kalitemiz tüketmeye yönelik şartlarla belirlenmektedir. Daha az çalışmak, daha az para kazanmak ve malzeme tüketimini azaltmak, tüm toplum, bu ihtiyaçları karşılamaya yönelik hareket etmezse, çoğu insanın hayatını olumsuz yönde etkiler.

Kurmaca Düşler Ülkesi
Büyüme odaklı bir ekonomik düzenden çıkış için sadece acil durum frenini çekmenin yeterli olmadığını savunan Kallis, küçülmenin çok az sayıda gerçek dünya örneği olduğu için, 2015 yılında yayımladığı makalesinde, küçülme kavramını açıklamada kendisine yardımcı olması açısından Ursula K. Le Guin’in Mülksüzler kitabındaki Anarres’e bir göndermede bulundu. Kitabı okuyanların hatırlayacağı üzere, Anarres, daha kapitalist olan komşu gezegen Urras’a kıyasla mütevazı kaynaklara sahip olmasına rağmen, eşitlikçi yapısı sayesinde hayatın daha adil ve anlamlı olduğu bir gezegen. Kallis’e göre bizim hayalimizdeki iyi hayat tam olarak böyle bir şey. Daha basit, daha çok üretmeye ve daha hızlı koşmaya çalışmadığımız, daha çok eşyaya sahip olmayı seçmek zorunda kalmadığımız bir hayat.

Küçülmeye Eleştirel Bir Bakış
Küçülme hareketini eleştirenler, bu hareketin ileriye yönelik pratik bir yaşam tarzı oluşturmasından ziyade, sadece bir ideoloji olduğunu savunuyor. Buna göre, ekonomiyi küçültmek karbon emisyonunu başarıyla sıfıra indirmez ve halihazırda eşit olmayan gelir dağılımı da göz önüne alınınca, ekonomiyi daraltmak en çok, enerji ve yiyeceğe en fazla ihtiyaç duyan insanları yoksun durumda bırakır. University of Massachusetts Amherst’de ekonomi profesörü olarak çalışan Robert Pollin, küçülme hareketinin savunduğu birçok fikre katılmasına rağmen, böyle bir sistemin çalışabilirliğine kesinlikle karşı çıkıyor. Pollin ekonomiyi yüzde on oranında küçültmenin, karbon emisyonunu ancak yüzde on oranında azaltacağı fikrine sahip. Pollin’e göre ekonomideki bu yüzde onluk küçülme bile dünyayı Büyük Durgunluk zamanlarındaki haline kıyasla en az iki kat daha kötü bir durumun içine sürükler.

Milenyum Zamanında Küçülme
Son yapılan Yale İklim Anketine göre Amerikalıların yarısından çoğu çevreyi korumanın ekonomik büyümeden daha önemli olduğu konusunda hemfikir. İnsanları, onlarda heyecan uyandırmayan eşyalardan kurtulmaya teşvik eden Marie Kondo gibi Netflix figürlerinin popülerliği maddiyatçı olma halinin insanlar arasında giderek artan bir his olduğunu gösteriyor.

Bu durumda küçülmeye doğru bir yönelme, insanları minimalizme teşvik etmenin yanısıra, büyümenin çoğu insan için büyük kazançlar elde etmek anlamına gelmediği bir sistemde tükenmişlik duygusu oluşturma ihtimali açısından da ele alınmalıdır. Daha çok ve daha ucuza erişimin olmadığı küçülme zamanlarında insanların doğal olarak büyümeden kaynaklı faydaların adil dağıtılmadığı gerçeğiyle yüzleşmeleri kaçınılmazdır.

Ekonomik bir düşünce kuruluşu olan Economic Policy Institute’ün yaptığı araştırmadan elde edilen sonuçlar da bu gerçeği doğrular nitelikte. Araştırmaya göre, CEOlar 1965 yılında çalışanlarının kazandığı paradan 20 kat daha fazla para kazanırken, 2013 yılına gelindiğinde bu oran 296 sayısına ulaşmış. Yine araştırmadan elde edilen bulgulara göre, 1973 yılından 2013 yılına kadar geçen sürede çalışanların saatlik ücretleri sadece yüzde 9 oranında bir artış gösterirken, üretkenlik yüzde 74 oranında artmış durumda. Bu ise, çalışanların maaşlarına yansıyandan çok daha fazla ürettikleri anlamına geliyor. Tüm bunların ortasında, küçülme, genel büyüme zamanlarında bile tükenmiş jenerasyon olarak isimlendirilen milenyum insanlarına, özdeğerin parasal değere bağlı olmadığı ve temel gerekliliklere ulaşmak için aşırı bitkin hissedene kadar çalışmaya ihtiyaç duyulmayan bir dünya teklif ediyor.

Belki de küçülme hareketinden, ekonomik sistem söz konusu olduğunda kendimizi tek yolun üzerinde yürüdüğümüz yol olabileceğine inandırmak yerine, bu mecburiyet hissinden özgürleşmeye çalışmamız ve daha iyi bir sistem geliştirmek gibi bir ihtiyacımız olduğu gerçeğini bir an önce kabullenmemiz gerektiği yönünde öğrenilecek bir ders vardır. Ne dersiniz?

Kaynak ve İleri Okuma: The Radical Plan to Save the Planet by Working Less; https://www.vice.com/

Matematiksel

Bu Yazılarımıza da Göz Atınız
Bunca Teknolojiye Rağmen Depremleri Neden Hala Tahmin Edemiyoruz?
14/02/2023
Tarihteki En Büyük Deprem Bir Uygarlığı Neredeyse Yok Etti!
28/07/2022
Filler ve Diğer Hayvanlar Depremleri Hissedebilir mi?
04/09/2021
Kanatları Olmasına Rağmen Penguenler Neden Uçamaz?
21/07/2020
_________________

Fatma Ayca Cetinkaya
Matematik alanındaki lisans derecemi Ankara Üniversitesi'nden, yüksek lisans ve doktora derecelerimi Mersin Üniversitesi'nden aldım. Mersin Üniversitesi Matematik bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmaktayım.

Yazının yeri: https://www.matematiksel.org/kuculme-hareketi-daha-az-calisarak-gezegeni-kurtarma-plani/


▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


Dünya Nüfusu 15 Kasım’da 8 Milyar Olacak Ancak Dağılım Oldukça Şaşırtıcı


Yazı: Deniz Kartal
16/10/2022 Son güncelleme: 16/10/2022

Bugün dünya nüfusu 7,91 milyar kişiden oluşuyor. Ancak 15 Kasım civarında bu sayının resmi olarak 8 milyarı geçmesi bekleniyor. Tahminlere göre, dünya nüfusu 2030’da 8.5 milyar, 2050’de 9.7 milyar, 2100’de ise 11 milyar civarında olacak.

Nüfusun ilk milyara ulaşması 1803 yılına kadar tüm insanlık tarihini aldı. Bir sonraki milyar için ise 124 yıl geçmesi gerekiyordu. Bir sonraki için ise sadece 33 yıl gerekecekti. 1950’de dünya nüfusu yaklaşık 2.6 milyar kişiydi. 2011 yılında 7 milyar kişiye ulaştı. 7 milyardan 8 milyara ulaşmak yaklaşık 12 yıl aldı.

Dünya nüfusu 8 milyara nasıl ulaştı
Demografi ve düşen doğurganlık oranları nedeniyle, küresel nüfusun büyüme hızı aslında bir süredir düşüş eğiliminde. Bu büyüme hızı sıfıra yaklaştıkça, nüfus eğrisi daha az üstel yani katlanarak büyür hale geldi. Sonucunda nüfus artışı dengeye oturdu.

İklim değişikliği, nükleer silahların yayılması ve kaynakların tükenmesi gibi devam eden varlığımıza yönelik tehditler dünyayı ferahlatıcı bir değişikliği işaret ediyor. Nüfus artış hızının yavaşlaması beklense de, bu dünyanın her yerine eşit biçimde dağılmış durumda değil. Bu da aslında gelecekte karşımıza bambaşka bir dünyanın çıkabileceğine işaret ediyor.

2050 Yılında Dünya Nüfusu Çoğunlukla Asyalılardan Oluşacak
Halihazırda Hindistan’ın nüfusu 1 milyar 412 milyon, Çin’in nüfusu ise 1 milyar 426 milyon. Hindistan’ın nüfusunun 2050’ye kadar 1 milyar 668 milyona ulaşacağı, Çin’in nüfusunun da 1 milyar 317 milyona düşeceği öngörülüyor.

Küresel ölçekte baktığımız zaman bu dünyanın Asya gezegeni olacağı anlamına geliyor. Asya şu anda (4,7 milyar) tek başına insanlığın %58’ini temsil ediyor. İkinci sırada yer alan Afrika (1,4 milyar) %17,5, ardından Avrupa (750 milyon, %9), Kuzey Amerika (602 milyon, %7,5) ve Güney Amerika (439 milyon, %5,5) geliyor. Okyanusya ise 44 milyon nüfus ile dünyanın ancak %0,5’ini dolduruyor.

Asya, nüfus artışı söz konusu olduğunda bir zıtlık bölgesidir. Bir uçta, aslında küçülen Singapur ve Japonya gibi ülkeler var. Öte yandan, Umman ve Katar gibi %4-5’lik güçlü nüfus artış oranlarına sahip Orta Doğu ülkeleri var. Vietnam, 100 milyon nüfus sınırını aşan 15. ülke olma yolunda ilerliyor.

Ülkelere Göre Afrika Nüfusu
2022 itibariyle, Afrika’nın toplam nüfusu 1,4 milyar kişidir. En hızlı büyüme oranlarına sahip ülkelerin çoğu Afrika’da bulunmaktadır. Bunun sonucunda 2050 yılına kadar kıta nüfusunun 2,5 milyara çıkması beklenmektedir. Nijerya, Afrika’nın en kalabalık ülkesi ve ekonomisidir. Mevcut büyüme oranlarına göre, Nijerya’nın en büyük şehri Lagos, yüzyılın sonunda dünyanın en büyük mega kenti bile olabilir.

Ülkelere Göre Avrupa Nüfusu
2022’de Avrupa’nın nüfusu 750 milyon, yani Amerika Birleşik Devletleri’nin iki katından fazla. Ancak yaklaşık bir asır önce, Avrupa’nın nüfusu dünya toplamının %30’una yakındı. Bugün bu rakam %10’un altında. Bu kısmen, dünyanın diğer bölgelerindeki nüfus artışından kaynaklanmaktadır.

Daha da önemlisi, Avrupa’nın nüfusu birçok yerde, özellikle de Doğu Avrupa’da daralıyor. En yavaş büyüme oranlarına sahip ülkelerin çoğu da Balkanlar ve eski Sovyet Bloku ülkelerinde bulunuyor. Rusya, nüfus bakımından Avrupa’nın en büyük ülkesi olmaya devam ediyor. Ülkenin kara kütlesi Asya’ya kadar uzanıyor olsa da, Rusya halkının dörtte üçü ülkenin Avrupa yakasında yaşıyor.

Almanya, Avrupa’nın en büyük ikinci ülkesidir ve onu İngiltere, Fransa ve İtalya takip etmektedir. Ukrayna ise, Avrupa’nın en büyük yedinci nüfus merkezidir. Ancak Rusya ile mevcut çatışmanın, ülkenin uzun vadede nüfusunu nasıl etkileyeceği bilinmiyor.

Ülkelere Göre Kuzey Amerika Nüfusu
Kuzey Amerika’nın nüfusu 2022 itibariyle 602 milyon kişidir. Kıtaya, toplam nüfusun yarısından fazlasını oluşturan Amerika Birleşik Devletleri hakimdir. Amerika’nın nüfusu hala artıyor ancak iç göç nedeniyle demografi dağılımı değişiyor. Kanada ise, uluslararası göç sayesinde büyük gelişmiş ekonomilerin en yüksek nüfus artış oranlarından birine sahiptir. Meksika şu anda en kalabalık 10. ülke, ancak hızla büyüyen Afrika ülkeleri tarafından sonunda ilk 10 listesinden çıkacak.

Ülkelere Göre Güney Amerika Nüfusu
2022’de Güney Amerika’nın nüfusu 439 milyon. Brezilya bu toplamın neredeyse yarısını oluşturuyor. Önümüzdeki on yılda, Kolombiya’nın başkenti Bogota, bölgenin beşinci mega kenti olacak. São Paulo, Rio de Janeiro, Buenos Aires ve Lima, Güney Amerika’nın mevcut mega kentleridir.

Ülkelere Göre Okyanusya Nüfusu

Okyanusya bölgesinin nüfusu yaklaşık 44 milyondur. Avustralya, Yeni Zelanda ve Papua Yeni Gine, bu bölgenin nüfusunun aslan payını oluşturuyor. İlginç bir şekilde, nüfusa göre en küçük ülkelerin çoğu da bu bölgede bulunabilir.

Son bir hatırlatma yapalım. Dünya nüfusu 8 milyar olsa bile, gezegensel biyokütle açısından bakıldığında, insanlar %0,01’lik küçük bir paya sahiptir. Dünyanın biyokütlesinin çoğu bitkilerden oluşur. Sonrasında da bakteri ve mantarlar gelir. Aslında sayımız dünyadaki tüm yumuşakçaların sayısının yarısından bile azdır. Kısacası kendimizi fazla da önemsemeyelim.
_________________________________________________

Hiçbir Ders Kitabında Yer Almayan 30 Dünya Haritasını Keşfedin
Thomas Malthus Tarafından Savulan Malthus Kapanı Nedir?
Dünyada Bugüne Kadar Kaç Kişi Yaşadı? Bunu Nasıl Biliyoruz?
İnsanlık Tarihi Aynı Zamanda Bulaşıcı Hastalıklar Tarihidir
Şehirlerin Büyümesinin Ardındaki Şaşırtıcı Matematik

Kaynaklar ve ileri okumalar
Global population will hit 8 billion on November 15, but it will begin shrinking around 2100. Yayınlanma tarihi: 15 Ekim 2022; Bağlantı: https://bigthink.com/strange-maps/8-billion-people/
Population Boom: Charting How We Got to Nearly 8 Billion People. yayınlanma tarihi: 29 Ekim 2021; Bağlantı: https://www.visualcapitalist.com/
Visualized: The World’s Population at 8 Billion. Yayınlanma tarihi: 27 Eylül 2021; Bağlantı: https://www.visualcapitalist.com/

Dip Not:
Matematiksel, 2015 yılından beri yayında olan ve Türkiye’de matematiğe karşı duyulan önyargıyı azaltmak ve ilgiyi arttırmak amacıyla kurulmuş bir platformdur. Sitemizde, öncelikli olarak matematik ile ilgili yazılar yer almaktadır. Ancak bilimin bütünsel yapısı itibari ile diğer bilim dalları ile ilgili konular da ilerleyen yıllarda sitemize dahil edilmiştir. Bu sitenin tek kazancı sizlere göstermek zorunda kaldığımız reklamlardır. Yüksek okunurluk düzeyine sahip bir web sitesi barındırmak ne yazık ki günümüzde oldukça masraflıdır. Bu konuda bizi anlayacağınızı umuyoruz. Ayrıca yazımızı paylaşarak da büyümemize destek olabilirsiniz. Matematik ile kalalım, bilim ile kalalım

Matematiksel

______________________________
Deniz Kartal
Uludağ Üniversitesi Elektronik Mühendisliği Mezunu, Uzun yıllar IT sektöründe çalıştı, GSM sektöründe teknoloji danışmanlığı, ulusal gazetelerde teknik yöneticilik yaptı. Dunyalilar.org kurucu editörlerinden biridir. Seyahat etmeyi, araştırmayı, yazmayı ve okumayı sever.

Yazının yeri: https://www.matematiksel.org/dunya-nufusu15-kasimda-8-milyar-olacak/
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 19:59
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
__ Feb 18, 2023

--Hepisi alıntıdır--


Suskunluk Sarmalı “Kral Çıplak” Demenin Neden Zor Olduğunu Açıklar!


Yazı: Sibel Çağlar
27/04/2021 Son güncelleme: 18/02/2023

Danimarkalı yazar Hans Christian Andersen tarafından yazılan Çıplak Kral masalını bilirsiniz. Kötü yönetimi ve yöneticileri eleştiren bu masalda ülkesini yönetmek yerine güzel giyinmeye meraklı bir kralın ve kralın çevresinde bulunan yardımcıl
... See more
--Hepisi alıntıdır--


Suskunluk Sarmalı “Kral Çıplak” Demenin Neden Zor Olduğunu Açıklar!


Yazı: Sibel Çağlar
27/04/2021 Son güncelleme: 18/02/2023

Danimarkalı yazar Hans Christian Andersen tarafından yazılan Çıplak Kral masalını bilirsiniz. Kötü yönetimi ve yöneticileri eleştiren bu masalda ülkesini yönetmek yerine güzel giyinmeye meraklı bir kralın ve kralın çevresinde bulunan yardımcılar ile halkın başından geçenler anlatılmaktadır. Gördükleri ve bildikleri halde korkudan gerçeği dile getiremeyen halkın içinden sadece küçük bir çocuk gerçeği haykırır. “Kral çıplak!” Gerçek bunun ardından, kısa zamanda herkes tarafından fark edilecektir.

Tarihte bir gezintiye çıkarsak, masalda dile getirilen konunun sayısız örneğini görmemiz mümkündür. Bu durumun insanın aklına getireceği soru ise “Neden susuyoruz?” biçiminde olacaktır. Nedeni anlamak için Suskunluk Sarmalı Kuramına göz atmanızı öneririz.

Suskunluk Sarmalı Kuramı Nedir?
Kitle iletişiminin 19. ve 20. yüzyılda giderek artan önemi nedeniyle çok sayıda kısa sürede konu ile ilgili çok sayıda kuram geliştirilmiştir. 1974 yılında Alman siyaset bilimci Elisabeth Noelle Neumann tarafından geliştirilen Suskunluk Sarmalı da (Spiral of Silence) bunlardan birisidir. Bu kuram toplumsal kabul durumuna açıklık getirmeyi amaçlar

Suskunluk Sarmalı Kuramına göre, gruptaki çoğu insanın aynı görüşe sahip olduğuna, yani görüşümüzün algılanan çoğunluk görüşüne uygun olduğuna inanırsak, fikirlerimizi başkalarına iletmeye daha istekli oluruz. Öte yandan, düşüncemizin algılanan çoğunluk görüşünden farklı olduğunu düşünürsek, düşündüğümüz hakkında sessiz kalmamız daha olasıdır.

Bunun sonucunda Suskunluk Sarmalı üç adet toplumsal işleve sahiptir.

Hangi düşüncelerin baskın olduğu izleniminin biçimlenmesi.
Hangilerinin çoğalacağına dair izlenimlerin biçimlenmesi.
Hangi görüşlerin toplum önünde bastırılamayacağına dair izlenimlerin biçimlenmesi.

Aşağı yönlü artan sessizlik, bir kişinin farklı görüşlerini bir izolasyon korkusu varlığında ifade etme isteğinin azaldığını gösterir.
Kaynak: https://tr.wikipedia.org/

Neden Susmayı Tercih Ederiz?
Hepimiz dönem dönem yalnız kalmayı istesek de aslında bu durumdan da aslında korkarız. Başkaları tarafından kabul edildiğimizi ve bize saygı duyulduğunu hissetmek isteriz. Bu nedenle de bir topluluk içindeyken diğer insanlara uyum göstermeyi tercih ederiz. Çoğunluk görüşüne düşüncelerimiz uygun olmasa bile sırf bu nedenle görüşlerimizi ve davranışlarımızı değiştiririz. Sonucunda da izole olmaktan kaçınır, çoğunluğa benzemeye çalışırız.

Bu durumda zamanla bir kısırdöngü yaratır. Sonucunda bu biçimde düşünen insan sayısı arttıkça farklı görüşlerimizi ifade etmekten daha fazla kaçınmaya başlarız. Görüşlerimizin onay görmeyeceğini bilmek motivasyonumuzu kırar. Sonuçta da farklı fikirlere sahip insanların sayısı giderek azalır.

Sosyal bir varlık olarak çoğu insan doğası gereği, çevresinden dışlanmaktan korkar. Saygı görme ve popüler olma beklentisi içindedir. Dışlanma riskini önlemek, çevresi içinde popülaritesini ve saygınlığını korumak için, insanlar çevrelerini, yakından takip eder. Ne tür görüş ve tarzların yeni ve popüler olduğunu sürekli anlamaya çalışırlar. Kişiler topluma uygun bir şekilde kendilerini ifade etmeye ve davranmaya çalışırlar.

Bunun sonucu, algılanan çoğunluk görüşünün gerçekten çoğunluk görüşü haline gelmesi olur. Diğer bir deyişle çoğunluk görüşü aslında baskın bir fikir olmasa da korkularımız ve çekincelerimiz nedeniyle baskın hale geçebilir. ( Göz atmak isterseniz: Sürü Psikolojisi Nedir? İnsanlar Neden Başkalarını Taklit Edecek Biçimde Hareket Ederler?)

Medyanın Suskunluk Sarmalı İle İlgisi Nedir?

Suskunluk Sarmalı Kuramına göre kitle iletişim araçlarının kimi grupları susturabilmesi kimi gruplara konuşma cesareti verebilmesinde önemli bir rolü vardır. Kuram insanların azınlık duruma düştüklerinde fikirlerini, tercihlerini, beklentilerini ifade etmelerinde sessiz kalmak zorunda hissedişlerinin nedenlerini ve bunların kitle iletişimiyle ilgisini açıklamaya çalışır.

Günümüzde neredeyse bildiğimiz her şey medya aracılığıyla tükettiğimiz bilgilerden gelir. Medya bir yerde dünyayı gördüğümüz ‘pencere’ rolünü üstlenmiştir. Ancak bu pencere bize gördüğümüz karmaşık ve düzensiz resim hakkında nasıl hissetmemiz gerektiğini de öğretir.

Suskunluk Sarmalı bağlamında, kitle iletişim araçları bizi propaganda ile besleyerek algımızı ve dolayısıyla fikirlerimizi şekillendirir. Belirli görüş ve konuları ön plana çıkararak “dillendirme” bir diğer ifadeyle gündem kurma işlevini yerine getirir.

Suskunluk sarmalının oluşum sürecinde sadece kitle iletişim araçlarının değil aynı zamanda elbette çevrimiçi medya ortamlarının da önemli etkisi bulunmaktadır. Üstelik profesyonel gazetecilikte özellikle kurumsal ilkeler nedeniyle içeriklere uygulanan filtreleme ve oto-sansür gibi unsurlar sosyal medyada geçerli olmadığı için etkisi geleneksel medyadan daha baskındır.

Nerede olursak olalım ve ne yaparsak yapalım, Suskunluk Sarmalı bizi etkisi altına alabilir. Bu durumdan kaçınmak zor olsa da imkansız değildir. Andersen’in masalının sonunda olduğu gibi gibi bunun için sadece bir çocuğa ve belki de iki kelimeye ihtiyacımız vardır: “Kral Çıplak!”. Ayrıca göz atmak isterseniz. Bonhoeffer’ın Aptallık Teorisi: Kötüyü Tespit Etmek Kolaydır; Ancak Aptallık İçin Aynı Şey Geçerli Olmaz

Kaynaklar ve İleri Okumalar

The Effect of Personality on the Spiral of Silence Process; https://trace.tennessee.edu/
Özgün KEHYA; Çevrimçi Medya ve Suskunluk Sarmalı; https://dergipark.org.tr/tr/
What Is The Spiral Of Silence? Yayınlanma tarihi: 6 Haziran 2022; Bağlantı:https://www.scienceabc.com/


_________________________

Alındığı yer: https://www.matematiksel.org/cogunluk-gorusune-neden-uyariz-suskunluk-sarmali-kurami/
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 19:59
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
__ Feb 20, 2023

--hepisi alıntı--


Toplumsal Hafıza Nedir? Matematik Bize Bu Konuda Ne Öğretebilir?


*Yazı: Fatma Ayca Cetinkaya
02/04/2019 Son güncelleme: 20/02/2023


Sum: Forty Tales from the Afterlives, ismini verdiği kitabında nörolog David Eagleman bir insanın gerçekten öldüğü zamanı, unutulduğu zaman olarak nitelendirir. Eagleman’a göre, beden toprağın altında ufalansa da, ruhlar gökyüzündeki bir lobide
... See more
--hepisi alıntı--


Toplumsal Hafıza Nedir? Matematik Bize Bu Konuda Ne Öğretebilir?


*Yazı: Fatma Ayca Cetinkaya
02/04/2019 Son güncelleme: 20/02/2023


Sum: Forty Tales from the Afterlives, ismini verdiği kitabında nörolog David Eagleman bir insanın gerçekten öldüğü zamanı, unutulduğu zaman olarak nitelendirir. Eagleman’a göre, beden toprağın altında ufalansa da, ruhlar gökyüzündeki bir lobide beklemeye devam eder. Bu ruhlar ancak isimleri dünya üzerinde son kez anıldığında ebediyete kavuşmuş olur. Aslında Eagleman’in yaptığı iş, psikologların ve sosyal bilimcilerin toplumsal hafıza olarak isimlendirdikleri hafıza türüne başka bir gözle bakmaktan başka bir şey değil.

Beynimizde gerçekleşen hatırlamak ve unutmak eylemleri arasındaki ikili ilişki belleğimizi oluşturur. Beynimizin içindeki bu ilişki, çevremizle kurduğumuz ilişkilerden de etkilenmektedir. Dolayısıyla belleğimiz bireysel olarak, sadece kendi kendimize oluşturduğumuz bir yapı değildir. Bir bütün olarak doğayla ve diğer insanlarla kurduğumuz ilişkilerin hepsi hafızamızın oluşumunda etkilidir.

Bellek tanımlarındaki en önemli parametre toplumsal çerçevelerdir. Bireylerin kendi belleklerini oluşturduğu ortam, içinde bulunduğu toplumdur. Bir bütün olarak doğayla ve diğer insanlarla kurduğumuz ilişkilerin hepsi hafızamızın oluşumunda etkilidir.

Bu yüzden belleğimiz ekonomik, toplumsal, kültürel ve siyasal dönüşümlerden bağımsız olarak düşünülemez. İçinde yaşadığımız çevre bizi ve yaşamımızı da şekillendirir. Bu durum Toplumsal hafıza ayrıca toplumsal bellek, kolektif hafıza ve kolektif bellek olarak bilinir.

Toplumsal Hafıza Kısaca Nedir?
Toplumsal hafıza, bir grup insan tarafından hatırlanan bir şeydir. Bu tür anılar grubun belleğinde iki süreç tarafından oluşturulur ve korunur. Kimi zaman bu konular hakkında konuşan insanlar vardır. Buna iletişimsel hafıza denir. Bazen de bu bilgi fiziksel olarak kayıt altına alınır. Buna da kültürel hafıza denir.

Toplumsal hafıza bir grup insanın geçmişi nasıl hatırladığı ve unuttuğudur. Bireyler ve toplumlar, kendilerini anlama ve karar verme süreçlerini geçmiş deneyimlere dayandırırlar. Farklı milletler, kültürler ve insan grupları geçmişe dair farklı kolektif anılara sahiptir. Bu anılar, olayların neden olduğu ve şimdiki ve gelecekteki sorunların nasıl çözülmesi gerektiğine dair ulusal anlatıların oluşturulmasına yardımcı olur.

Ancak, gerçekten ne kadar doğru hatırlıyoruz? Neyi unutmayı seçiyoruz? Sahte veya yanlış anıların etkisi nedir? Bir halkın ortak hafızası nesiller boyunca değişebilir. Yakın tarihli bir araştırma, hem genç hem de yaşlı Amerikalıların ABD’nin Japonya’yı bombalamasını İkinci Dünya Savaşı’nda kritik bir olay olarak listelediğini gösterdi.

Bununla birlikte, yaşlı yetişkinler (savaş sırasında hayatta olanlar) bombalamaları oldukça olumlu değerlendiriyordu. Sonucunda bu bombalar savaşı sona erdirmişti. Ancak genç yetişkinler ise bombalamaları olumsuz olarak değerlendirdi. Bu bombalar binlerce sivili öldürdü ve yaraladı. Ayrıca savaş zaten yakında bitecekti biçiminde yorumladı. Bu da toplumsal hafızanın sabit olmadığı ve zamanla değiştiğinin bir göstergesiydi

Nasıl Hatırlıyoruz? Ve Hangi Hızda Unutuyoruz?

Kolektif hafıza, gelişmekte olan bir araştırma konusudur. Toplumsal hafıza beraberinde toplumsal unutmayı da getirecektir. Temelinde araştırmacıların peşinde oldukları şey ise bunun nasıl gerçekleştiğidir. Arkadaşlarınızın ve sizin tekrar tekrar dinlediğiniz favori bir albümünüz veya şarkınız var mı? Herkes yeni bir film için çıldırıyor mu? Bir araştırma makalesi alanınızda bir canlanmaya neden oluyor mu? Toplumsal hafızamızdaki bir şeyin önemini gözlemlemenin bir yolu, ona ne kadar dikkat ettiğimizi ölçmektir.

Günümüzde eğer bir şeyden bahsediyorsak, muhtemelen onu çevrimiçi aramış olmamız gerekir. Matematik, fizik dünyasından araştırmacılar da bir şarkı, bir araştırma makalesi, bir icat veya bir spor yıldızı olsun, kolektif anılarımızın kaderinin hepsinin aynı matematiksel denklemle tanımlandığını göstermek için bunu yaptılar.

Bunun için araştırmacı Christian Candia ve ABD ve Şili’den meslektaşları, kişilerin çevrimiçi aramalarını analiz ettiler. Bunun için 1700 ünlünün Wikipedia profili, 500 bin fizik makalesi ve 1.7 milyon patentin aldığı atıfları, 33 bin şarkının dinlenme sıklığı ve 15 bin film fragmanın izlenme sayısını incelediler.

Büyük veri olarak bilinen olgunun bir parçası olan bu veri kümelerinin mevcudiyeti, araştırmacıların kültürel ürünlerin kolektif hafızalarımızda nasıl yükselip kaybolduğuna dair hipotezlerini test etmelerine izin verdi.

Toplumsal Hafıza Çalışmasından Ne Öğrenmeliyiz?
Sonuçlar ilgi çekici. Zamanla bir şeyin aldığı popülerliği azalıyor. Bu, iletişimsel bellekteki zayıflamayı temsil ediyor. Sonuçta insanlar konuşma yerine bir şeyleri aramaya yatkınlık gösteriyorlar. Ancak bu aynı zamanda kültürel bellekte de bir zayıflamaya neden oluyor. Kayıtlı bilgilerden oluşan bu bellek her zaman artıyor. Bu nedenle bir ürünün (şarkı, film, biyografi, kağıt) temsil ettiği kültürel hafızanın oranı ise azalıyor.

Kırmızı çizgi, iletişimsel bellek ile ilgili olan mor eğri ve kültürel bellekle ilgili olan mavi eğrisinin toplamıdır.
Daha önce, kolektif hafızanın zayıflaması matematiksel olarak üstel fonksiyonlarla modellenmişti. Ancak bu çalışmada araştırmacılar, iki üstel fonksiyonun toplamı olan ve bir periyot için çok hızlı bir oranda azalıp daha sonra daha yavaş bir oranda bozunmaya geçen iki üstel fonksiyon adı verilen bir şey kullandılar.

Sonucunda elde edilen verilere göre, her şey aynı zamanda aynı biçimde unutulmuyordu. İnsanlar 5-10 yıl sonra şarkılar, filmler, makaleler ve patentler hakkında konuşmayı bırakırken, sporcular hakkında çok daha uzun bir süre, yaklaşık 15-30 yıl boyunca konuşmaya devam ediyordu. ( Göz atmak isterseniz: Asıl Sorun Unutkanlık Değil Dikkat Eksikliği Olabilir)

Bu Konunun Pablo Neruda İle Ne İlgisi Var?

Yukarıda kullandığımız fotoğrafa bakıp, bu konunun Pablo Neruda ile ne ilgisi var diyeceksiniz. Aslında fazla yok. Pablo Neruda ( 1904 -1973) veya doğum adıyla Ricardo Eliezer Neftalí Reyes Basoalto, Şilili yazar ve şairdir. Çalışmayı yürüten araştırmacılar, toplumsal hafıza zayıflamasının iki ayrı safhasını modellemek için kullandıkları ikili-üstel fonksiyonu, Şili’li yazar Pablo Neruda’nın ikili sisteme dair yaptığı şairane bir açıklaması ile kıyaslamıştı: Aşk çok kısa, unutmak ise çok uzun. Bu yüzden yazımızda onun adını da anmak istedik.

İçinde bulunduğumuz çevreye ve etrafımızda olan olaylara gösterdiğimiz ilgi ve bu ilginin devamlılığı, hatırlamak istediklerimize karar vermek suretiyle toplumun önceliklerini ve yapısını belirliyor. Dizelerin konuyla ilgisi hemen anlaşılmasa da, yapılan benzetme en azından Neruda’nın gökyüzü lobisindeki bekleyişini biraz daha uzatacak gibi duruyor.

Kaynak ve İleri Okuma:

Maths shows how we lose interest; https://www.nature.com/
The universal decay of collective memory and attention; Yayınlanma tarihi: 10 Ekim 2018; Bağlantı: https://www.nature.com/
How do we remember? And how quickly do we forget?; yayınlanma tarihi: 9 Ocak 2019; Bağlantı: https://plus.maths.org/
The Power of Collective Memory. yayınlanma tarihi: 28 Haziran 2016; Bağlantı: https://www.scientificamerican.com/

Bu Yazılarımıza da Göz Atınız
Ekonomik Büyüme Nedir? Nasıl Hesaplanır?
18/02/2020
Kalabalıkların Bilgeliğine Neden Güvenmemelisiniz?
16/04/2022
Suskunluk Sarmalı “Kral Çıplak” Demenin Neden Zor Olduğunu Açıklar!
27/04/2021
Çoğulcu Cehalet: İnanmasak da Diğerinin İnandığını Sanmamız Durumu
24/06/2022

________________________________________________
Size Bir Mesajımız Var!
Matematiksel, 2015 yılından beri yayında olan ve Türkiye’de matematiğe karşı duyulan önyargıyı azaltmak ve ilgiyi arttırmak amacıyla kurulmuş bir platformdur. Sitemizde, öncelikli olarak matematik ile ilgili yazılar yer almaktadır. Ancak bilimin bütünsel yapısı itibari ile diğer bilim dalları ile ilgili konular da ilerleyen yıllarda sitemize dahil edilmiştir. Bu sitenin tek kazancı sizlere göstermek zorunda kaldığımız reklamlardır. Yüksek okunurluk düzeyine sahip bir web sitesi barındırmak ne yazık ki günümüzde oldukça masraflıdır. Bu konuda bizi anlayacağınızı umuyoruz. Ayrıca yazımızı paylaşarak veya Patreon üzerinden ufak bir bağış yaparak da büyümemize destek olabilirsiniz. Matematik ile kalalım, bilim ile kalalım.
_________________________________________________
Matematiksel

*Fatma Ayca Cetinkaya
Matematik alanındaki lisans derecemi Ankara Üniversitesi'nden, yüksek lisans ve doktora derecelerimi Mersin Üniversitesi'nden aldım. Mersin Üniversitesi Matematik bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmaktayım.

_______________________

Yazının alındığı yer: https://www.matematiksel.org/toplumsal-hafiza-pablo-neruda-ve-matematik/



▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄




Gini Katsayı ve Lorenz Eğrisi İle Gelir Dağılımı Eşitsizliği Nasıl Hesaplanır?



*Yazı: Ceren Demir
04/01/2019Son güncelleme: 20/02/2023

Bin yıl önce dünya ekonomik olarak düzdü. Dünyanın farklı bölgeleri arasında gelir dağılımı eşitsizliği yine vardı ancak bu fark bugün ile karşılaştırdığımız zaman çok küçüktü. Günümüzde dünyanın düz olduğuna hala inananlar olsa da gelir söz konusu olduğunda kimse bunu düşünmeyecektir. Bunun nedeni, küresel gelir dağılımının 1980’den bu yana çarpıcı bir şekilde değişmesidir. Aşağıdaki şekil, ülkelerin en fakir olan kırmızıdan, en zengin yeşile doğru sıralandığı 1980’deki dünya gelir dağılımını göstermektedir.

Gini Katsayı ve Lorenz Eğrisi İle Gelir Dağılımı Eşitsizliği Nasıl Hesaplanır
Her ülke için çubukların yükseklikleri, nüfusun ondalık dilimleri için ortalama geliri gösterir. Çubuğun genişliği ise ülkenin nüfusunu gösterir.

Eldeki en son veri olan 2014 itibariyle, birçok ülke sıralamasını değiştirdi. Şeklin sağ tarafında arkalara doğru gördüğünüz gördüğünüz gökdelenler (en yüksek sütunlar), en zengin ülkelerdeki en zengin %10’un gelirini temsil ediyor. En sağdaki ülke Singapur’dur. Bu ülkede yaşayan en zengin ve en fakir %10’un ortalama gelirleri sırasıyla 67.436 dolar ve 3.652 dolardır. En soldaki Liberya için ise bu rakamlar sırasıyla 994 dolar ve 17 dolar biçimindedir.

Kişi başına en yüksek ikinci GSYİH’ye sahip ülke olan Norveç, özellikle yüksek bir gökdelene sahip değildir. (Singapur ve ABD arasında gizlenmiştir). Çünkü gelir Norveç’te diğer zengin ülkelere göre daha eşit bir şekilde dağılmıştır. Sadece renklere bile bakarak yaklaşık 35 yıl içinde ülkelerin sıralamasındaki değişimi görebilirsiniz. Ancak yeşil renkli ülkeler de fazla bir değişim gözlenmemekte.
Ekonomik Eşitsizliği Nasıl Ölçebiliriz?

Bu grafiklerden şunları anlayabiliriz. Her ülkede zengin ve fakirler (grafikte ön ve arka) farklı oranlarda vardır. Ve kesinlikle her ülkede zenginler fakirlerden çok daha fazlasına sahiptir. İkinci şey, ülkeler arasındaki büyük gelir farkıdır. Norveç’teki ortalama gelir, Nijerya’daki ortalama gelirin 19 katıdır. Ve Norveç’teki en yoksul %10, Nijerya’daki en zengin %10’un neredeyse iki katı gelir elde etmektedir.

Gini Katsayı ve Lorenz Eğrisi İle Gelir Dağılımı Eşitsizliği Nasıl Hesaplanır
Gelir dağılımı adaletsizliği Türkiye’nin ve dünyanın en büyük problemleri arasında yer alıyor. Bu önemli konu, bireylerin eğitimden, hobilere, yaşamsal kaliteden, mutluluk, huzur ve sağlığa kadar her noktada ayrışmasına sebep oluyor.

İki kişi arasındaki dağılımı değerlendirmek kolaydır. Ancak daha büyük gruplardaki veya tüm toplumdaki eşitsizlikleri nasıl değerlendirebiliriz? Bunun için gelir dağılımı araştır­macılarının geliştirdikleri ölçüler de vardır. Burada en yaygın kullanılan Lorenz eğrisi ile Gini yoğunlaşma katsayısıdır.

Lorenz Eğrisi Nedir? Neyi İfade Eder?
Gelir veya servet dağılımlarını temsil etmek ve karşılaştırmak ve eşitsizliğin boyutunu göstermek için yararlı bir araç, Lorenz eğrisidir. (1905’te Amerikalı bir ekonomist olan Max Lorenz (1876–1959) tarafından henüz öğrenciyken icat edilmiştir).

Lorenz eğrileri, nüfusun yüzdelik dilimlerini, bu yüzdelik dilimde veya altındaki insanların kümülatif gelirine veya zenginliğine karşı grafik olarak gösterir. Bir popülasyondaki eşitsizliği anlaşılması ve analiz edilmesi kolay bir şekilde görsel olarak tasvir eder. Bu çizimde köşegen doğrusu ( mutlak eşitlik çizgisi) gelir dağılımında tam eşitlik durumunu yansıtır. Mutlak eşitlik çizgisi biraz da ütopik bir hayali yansıtır.

Lorenz Eğrisi Nedir? Neyi İfade Eder?
Bu çizimin yatay ekseninde nüfusun, dik ekseninde ise gelirin birikimli yüzde payları yer alır. Lorenz eğrinde kesikli doğru şeklinde gördüğümüz mutlak eşitlik çizgisidir. Eğrinin yatay eksen üzerindeki herhangi bir noktasındaki yüksekliği, o noktanın yatay eksende verdiği nüfusun toplam gelire oranını gösterir.

Mesela, nüfusun %40’ını ele alıp mutlak eşitlik çizgisine vardığında gelirin de %40’ını almış olmasını bekleriz. Yani nüfus ve gelir arasındaki doğru orantılı ilişkinin temsilidir. Lorenz eğrisi, bir dağılımın bu mükemmel eşitlik çizgisinden ne kadar uzaklaştığını görmemizi sağlar. Lorenz eğrisi köşegene ne kadar yakınsa gelir dağılımı da eşitliğe o kadar yakın demektir.

Gelir dağılımı eşitlikten uzak­laştıkça, eğri köşegenden uzak konumlara doğru kayar. Gelir dağılımında eşitsizlik var olduğu sürece, nüfusun en yüksek gelirli öbeğinin, diyelim % 10’unun gelirden aldığı pay % 10’dan büyük olacaktır. Benzer biçimde nüfusun en düşük gelirli % 10’unun gelirden aldığı pay da % 10’dan az olacaktır. Demek ki Lorenz eğrisi her zaman köşegenin altında çıkar.

Gini Katsayısı Nedir? Neyi İfade Eder?
Lorenz eğrisi gelir eşitsizliğinin bir göstergesidir, ancak eşitsizliğin oranını da bilmek isteyebilirsiniz. Gini endeksi veya Gini katsayısı, 1912’de İtalyan istatistikçi Corrado Gini tarafından geliştirilen bir popülasyondaki gelir dağılımının bir ölçüsüdür. Bir Lorenz eğrisinin altında yatan veriler, eşitsizliği matematiksel olarak ölçmenin birincil yolu olan Gini katsayısını hesaplamak için gereklidir. Gini katsayısı, eşitsizliğin boyutunu tek bir rakamla ifade etmek için kullanılır. Çoğunlukla 0 (veya %0) ile 1 (veya %100) arasında değişir.

Yukarıdaki grafikte, Lorenz eğrisi ile mutlak eşitlik çizgisi arasında bir boşluk olduğunu görebilirsiniz. Gini katsayısı bu alanın 45 derecelik çizginin altındaki üçgenin tamamının alanına oranı olarak hesaplanır. Yani Gini katsayısı = B / (A + B) biçimindedir.

Gini katsayısı 0,401 olarak tahmin edilmektedir.
Gini katsayısı, sıfıra yaklaştıkça gelir dağılımında eşitliği, bire yaklaştıkça gelir dağılımında bozulmayı ifade etmektedir. Herkesin geliri aynı ise gelir eşitsizliği olmadığı için Gini katsayısı 0 değerini alır. Tek bir birey tüm geliri alıyorsa Gini katsayısı maksimum 1 olacaktır. Popülasyon büyükse, Lorenz diyagramındaki alanları kullanarak Gini katsayısına iyi bir yaklaşım elde ederiz. Ancak az sayıda insanla bu yaklaşım doğru değildir.

Dünyanın en fakir ülkelerinden bazıları dünyanın en yüksek Gini katsayılarından bazılarına sahipken, en düşük Gini katsayılarının çoğu daha zengin Avrupa ülkelerinde bulunuyor. Gini katsayısı yüksekse, bir ülkedeki en zengin ve en fakir bireyler arasındaki fark açılır; buna gelir eşitsizliği denir.

Gelir eşitsizliğinin çeşitli olumsuz siyasi ve ekonomik sonuçları vardır. Bu nedenle bir ülkenin Gini katsayısı çok önemlidir. Güney Afrika, 63.0 ile dünyanın en yüksek Gini katsayısına sahip olduğu için, eşitsizliğin en yüksek olduğu ülke olarak da kabul edilir.

Sonuç Olarak;
Şu ana kadar sizlere aktardıklarımız, gelir dağılımı eşitsizliğinin matematiksel olarak nasıl hesaplandığını göstermek amacını taşıyordu. Ancak elbette bunlar sadece işin analiz kısmı. Aslında şu bildiğimiz cümle, gelir dağılımı çarpıklığını kısa ve öz şekilde anlatmaya yetiyor. ”Dünyanın en zengin yüzde 1’lik kesiminin serveti, geri kalan yüzde 99’luk kesimin servetinin toplamına eşit.” Yazının devamında göz atmak isterseniz: Ekonomik Büyüme Nedir? Nasıl Hesaplanır?

Kaynaklar ve ileri okumalar:

Bu Yazılarımıza da Göz Atınız
Tip 1 ve Tip 2 Hata Nedir? Neden Dikkat Etmemiz Gerekir?
27/05/2022
Neden 42 Sayısı Hayat Evren ve Her Şeyin Cevabı?
28/02/2020
Mikro Evrenden Makro Evrene: İstatistiksel Mekanik Nedir?
05/02/2023
İstatistikçiler 2. Dünya Savaşında Alman Tank Sayısını Nasıl Hesapladı?
21/03/2022

Gini Index Explained and Gini Co-efficients Around the World. Yayınlanma tarihi: 5 Ağustos 2022; Bağlantı: https://www.investopedia.com
The CORE team; The Economy: Economics for a Changing World; OXford Academic; ISBN: 9780198810247
Lorenz Curve. Yayınlanma tarihi: 26 Ocak 2022; Bağlantı: https://www.investopedia.com
Gini Coefficient by Country 2022. yayınlanma tarihi: 24 Mayıs 2022; Bağlantı: https://worldpopulace.com/gini-coefficient-by-country/


_______________________

*Ceren Demir
Kendini, insanları, dünyayı tanıma ve anlama çabasında, belki de kaosta olan; filmin oyuncularından, dünya üzerindeki küçücük noktalardan biriyim.. Dokuz Eylül Üniversitesi'nde Ekonomi bölümünde yüksek lisansa devam ediyorum ve İstanbul Gelişim Üniversitesi'nde akademik görevimi sürdürüyorum. Spora, sanata (özellikle resim sanatı), müziğe, doğaya, doğa sporlarına, felsefeye, psikolojiye, kitaplara, filmlere düşkünüm.. Okumayı, yazmayı, öğrenmeye çabalamayı çok seviyorum. Amaçlı ve amaçsız yaşamanın çeşitli noktalardan artı ve eksileri olduğunu düşünsem dünyadaki her şeyin gelip geçici olduğuna inanıyorum. Yine de -her şeye rağmen- ben uzun süredir amacı olanlardanım.. Buradan enerji sağlayabiliyorum.. Çoğunlukla enerjik, dışa dönük olsam da yeri geldikçe oldukça içe kapanmaya ve yalnızlığa susayabiliyorum. İkisi de keyifli ve öğretici.. Matematiksel sitesinin öncelikle hayranı olan bir okuruyum sonra Matematiksel’e katkı sağlamaya çalışan enfes ekibin bir parçasıyım.

________________________

Yazının yeri: https://www.matematiksel.org/gelir-dagilimi-adaletsizligi/



[Edited at 2023-02-20 08:59 GMT]
Collapse


 
Pages in topic:   < [1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21] >


To report site rules violations or get help, contact a site moderator:


You can also contact site staff by submitting a support request »

İlginç yazılar


Translation news in Türkiye





Trados Studio 2022 Freelance
The leading translation software used by over 270,000 translators.

Designed with your feedback in mind, Trados Studio 2022 delivers an unrivalled, powerful desktop and cloud solution, empowering you to work in the most efficient and cost-effective way.

More info »
Anycount & Translation Office 3000
Translation Office 3000

Translation Office 3000 is an advanced accounting tool for freelance translators and small agencies. TO3000 easily and seamlessly integrates with the business life of professional freelance translators.

More info »